Page 119 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 119
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11 57
2. ÜNİTE > Hikâye Kazanım A.2.13: Metni yorumlar.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Metin Yorumlama 25 dk.
Amacı Metindeki açık ve örtük iletileri; metinle ilgili tespitlerini, güncellemelerini metne dayanarak ifade edebilmek. Bireysel
Yönerge Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Meydan
İstanbul’un küçük semtlerinden birinde, iskele meydanında duruyorum. Hava rüzgârlı, vapur bekliyo-
rum. Boğaz vapurlarının gecikmelerini her zaman severim. Pek öyle aldırmam geçen zamana, kendi
kendime, gelmeseler de olur, ben burada kalırım, oyalanacak bir şeyler bulurum elbette derim. İçimde
bir ses sabırsızlık etse, gelse şu vapur artık diye dirense, yine içimde başka bir ses olarak karşılığı hazır.
Ne çıkar, burada suyla, havayla, güneşle, ağaçla, rüzgârla kalırım. Hepsinin ayrı sözü var söyleyecek,
ayrı tadı var.
(…)
Gün dediğimiz şey ne kadar kısa. On dakika, on beş dakika gibi bir zamanı sadece vapur beklemeye
ayıran, on, on beş dakikasının bomboş geçip gitmesine aldırmayan, zamanının ölüp gitmesine nasıl da
katlanır. Oysa insan her an bulabildiği kadarıyla yaşamalı. Gelen geçen insanlara bakmalı. Dükkânlara,
vitrinlere bakmalı. Başını omuzlarının arasına kısarak, bir şeye bakmadan, bir şeyi görmeden dolaşma-
lı. Gidip denize bakmalı. Ağaç, su, rüzgâr bizi tadın, diye bağırıyorsa, doğrusu vapur beklerken de olsa,
iskeleye tıkılmayı anlamam.
Geçmiş zamanı düşünüyorum. Bir gün yine böyle nisan ayındaydık. Belki de mayıstı. Sonraları, kaybet-
tikten sonra uzun zaman aklımdan çıkmayan, ama beraber olduğumuz zamanlarda da yalnız kalmayı
özlediğim bir kızla bu iskeleden bir vapura binip gitmiştik. Ne de sıcak bir gündü ayına göre.
(…)
Şimdi bütün bunlar geçmiş zamanlardı. Bütün bunlardan iki yıl sonra ben yine aynı meydanda, geciken
bir vapuru beklerken, bütün geçmiş zamanlarımı, beni çıldırtan bu güzel havayı, insanları, sandalları,
karşıdaki telefon direğine tüneyen kuşları, şu bir kenara çekilmiş saman yüklü arabayı, uzaktan geçen
deniz motorlarının tekdüze sesini, İstanbul’u ne kadar seviyorum. Bütün bunların hâlinden, derdinden,
neşesinden anlıyorum. Yukarıda da söyledim ya, sırasında, geciken bir vapur da, insanın hatıralarının
içinde bir zaman için avunmasına vesile oluyor da, neredeyse adına mutluluk diyeceğim bir duygu içi-
mizde beliriveriyor.
Sonra niçin insanları seyrederek mutlu olmayı beceremeyiz. Ortalama bir seyirciysek, tiyatro, bunu ol-
sun, öğretmelidir bize. Kulak konukluğundan enikonu bir tat alırız da, insanları tanımayı bilmediğimiz,
insanlara kaderler biçip yakıştırmayı bilmediğimiz için onları görmekten, sadece seyretmekten pek bir
şey anlamayız. Ama niçin? Çalışalım bir kere. Belki olur, belki olmaz. O başka iş. Kim bilir, belki de işe
kulak karışmadan, deyim yerindeyse, göz konukluğunun da kendine göre bir tadı vardır.
(…)
Meydandan geçen insanlara bakıyorum. Uzaktan ne kadar da küçük görünüyorlar. Ancak seçilebiliyor
yüzleri. Kimdir bu meydandaki insanlar? Kocaman bir sahnenin sayısız insanları, figüranları sanki.
Ben bu semtte çalışırım. Burada bir işim vardır. Bundan ötürü semtin insanlarından çoğunu tanıyorum.
İşte şu iki çocuğun kim olduğunu, ne iş yaptıklarını bilirim. Birinin, uzun boylu sarışınının, küçük tek
katlı bir evi vardır. Güz yağmurlarıyla birlikte damı akmaya başlayan, bacası uçmaya hazır bir ev. Geçen
kış o şiddetli soğuklara kadar anneannesiyle otururdu. Sonra ihtiyar ölünce o da bir başına kaldı tabii.
Bu çocuk kim bilir, tek katlı evin küçücük odasında ne rüyalar görmüş, esnemiş gerinmiş, terlemiştir.
Rüyasında korktuğu, titrediği, uyandığı, sonra bir türlü uyuyamadığı, başını yorganının altına soktuğu,
soluğunun kesildiği olmuştur. Böyle gecelerde bir türlü gün ağarmasını bilmemiş, gece uzamış mı uza-
mıştır. Bir kere gün ağarınca, aydınlık olunca bütün korkulu, üzüntülü rüya görenler gibi o da sıkıntısı-
nı gecede bırakmış, işine gitmiştir.
Öbür çocuk da civardaki köylerden birinde, bir bostancının oğlu. Her zaman mahzun duran hâline
bakılırsa üvey oğlu. O kadar çalıştığı hâlde, bostancı bereketi yağmurlardan bilmekte, kıtlığıysa ona
117