Page 10 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | Kazanım Kavrama Etkinlikleri
P. 10

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10               2

                5. ÜNİTE: Roman
                Konu          Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatından Bir Roman Örneği                 40 + 40 dk.
                Kazanımlar    A.2. 1. Metinde geçen kelime ve kelime gruplarının anlamlarını tespit eder.
                              A.2. 2. Metnin türünün ortaya çıkışı ve tarihsel dönem ile ilişkisini belirler.
                              A.2. 4. Metindeki çatışmaları belirler.
                              A.2. 6. Metindeki şahıs kadrosunun özelliklerini belirler.
                              A.2. 7. Metindeki zaman ve mekânın özelliklerini belirler.
                              A.2. 8. Metinde anlatıcı ve bakış açısının işlevini belirler.
                              A.2. 10. Metnin üslup özelliklerini belirler.
                              A.2. 11. Metinde millî, manevi ve evrensel değerler ile sosyal, siyasi, tarihî ve mitolojik ögeleri belirler.
                              A.2. 12. Metinde edebiyat, sanat ve fikir akımlarının/anlayışlarının yansımalarını değerlendirir.
                              A.2. 13. Metni yorumlar.
                              A.2. 14. Yazar ile metin arasındaki ilişkiyi değerlendirir.
                              A.2. 15. Türün ve dönemin/akımın diğer önemli yazarlarını ve eserlerini sıralar.
                              A.2. 16. Metinlerden hareketle dil bilgisi çalışmaları yapar.
                Gerekli Materyaller: TDK Türkçe Sözlük

             1. Yönerge Aşağıda verilen metni okuyunuz. Soruları metni göz önünde bulundurarak cevaplayınız.
                     (Metnin aslına sadık kalınmıştır.)


                                                    SERGÜZEŞT
                  (…)
                  Bu eve gelişlerinden birkaç hafta sonraydı ki, bir sabah Hacı Ömer o küçük esire Çerkezce, “Haydi,
              kalk gideceğiz!” dedi.
                  Çocuk kendi yaşındakilere mahsus bir tavırla hemen yerinden kalktı. Koşarak, beraber geldiği
              kızlardan birinin boynuna sarıldı. Birbirleriyle öpüşüp ayrıldıkları zaman çocuğun gözünde küçücük
              ruhunun ıstırabını ifade eden bir damla yaş göründü. Sonra birdenbire hayatın ıstırap yükünü hisset-
              meye başlayan adamlar gibi mini mini kaşlarını çattı. Ciddi, üzüntülü, düşünceli bir yüzle esircinin
              devasa ellerinden tutarak evden çıktılar.
                  (…)
                  Yürüyorlardı. İkisi de hiçbir söz söylemiyordu. Köprünün üzerinden geçerken iki tarafa yanaşıp
              kalkan vapurlardan gözünü ayıramıyordu. Birkaç adım daha ileri gidip de vapur düdüğünün sesini işi-
              tir işitmez bulunduğu yerde vücuduna bir titreme geldi. Zira memleketinden ayrılıp gelirken Batum’da
              duran vapurun düdüğünün yankısı hâlâ kulağında çınlıyordu. Karşı tarafta gökyüzünün mavi gölgesi
              altında omuz omuza yükselmiş dağların üzerinden dökülüp gelen bir rüzgâr saçlarını dağıtarak görmüş
              olduğu bir rüyayı yani memleketini hatırlatarak ıstıraplı kalbine anlaşılmaz bir biçimde teselli veriyordu.
                  Yürüyorlardı. Köprüyü geçip de Yeni Cami’nin önüne geldikleri zaman çocuk, rengi büsbütün
              uçmuş yüzünü korku ve tereddüde delalet eder bir hal ile kaldırarak Çerkezce, “Karnım aç” dedi.
                  Esirci, kızı, düşürecek gibi kolundan çekti ve yine itip doğrulttuktan sonra, “Yürü!” diye bağırdı.
                  Yürüyorlardı. Biçare çocuğun o güzel fakat renksiz dudakları titriyordu. Çakmakçılar Yokuşu’nu
              çıkarken ayaklarının sızladığını hissediyor; fakat korkusundan söylemiyordu. Gözüne, karşısındaki on
              adımlık yer yürümekle bitmez tükenmez, sonsuz bir mesafe gibi görünmeye başladı. Ayakları dolaşıp
              düşecek gibi oldu. Sonra yine doğruldu.
                  Yürüyorlardı. Beyazıt Meydanı’na geldikleri zaman gözlerini çevirip de bir tarafa bakmaya mecali
              kalmamıştı. Bacakları sanki vücuduna bağlanmış birer kurşunmuş gibi ağır gelmeye başladığından vü-
              cudundaki bütün kuvveti bacaklarını sürüklemeye ancak yetişiyordu.
                  Hele şükürler olsun, Beyazıt’ta, tramvay durağının yanındaki bir kahvehanede oturdular. Yorgun-
              luktan sıhhatı bozulan, takati kalmayan çocuğa o hasır iskemle, bir kraliçenin saltanat tahtına çıkması
              kadar huzur ve safa verdi. Esirci, bir simit, biraz da peynir aldı. Çocuk bunları yedikten ve bir bardak
              da su içtikten sonra, tramvaya binerek Aksaray’a, oradan diğer hattın tramvayıyla Yüksek Kaldırım’a
              indiler.
                  Esirci, küçük bir sokakta, tenha bir mahallenin içinde bir evin kapısını çaldı.
                  Öğleye rastlayan bu esnada, doğunun parlak güneşi bu küçük, bu tenha sokağı güçlükle aydınla-
              tıyordu. Kapısını çaldıkları evin üst kat pencereleri saçağın gölgesi altında kalıyor ve alt kat pencerele-



                                                                                                     9
   5   6   7   8   9   10   11   12   13   14   15