Page 55 - TÜRK SANAT MÜZİĞİ KORO | 11
P. 55

Okuma Metni




                  MAKAM BİLMEDEN BESTE YAPILABİLİR Mİ?


                  Türkü yakan ya da havalandıran halk sanatçılarında makam fikrinin olmayışı, daha doğru bir ifadeyle makam fikri-
           nin bilinç düzeyinde olmayışı, çalıp söylediği türkünün/havanın bir makamdan yoksun olduğu anlamına gelmez. Bu durum,
           mesela okuma yazma bilmeyen ve Türkçenin gramerinden tamamen habersiz bir ihtiyar ninenin konuştuğu dilin Türkçe ol-
           ması ve aynı zamanda Türkçenin temel kurallarına da uyması gibi son derece olağan bir hâldir. Aslında mûsikîde olduğu gibi
           dilin kuralları da çok büyük oranda halkın konuştuğu dilden ya da bu dili esas alan metinlerden (halk hikâyeleri, destanlar,
           masallar vb.) hareketle oluşturulur. Dolayısıyla asıl önemli olan; halkın, konuştuğu dilin teorisini bilmesi değildir. Teorinin,
           daha doğrusu teoriyi oluşturanların, halkın konuştuğu dili iyi bilmesi gerektiğidir. Bu, halk mûsikîsi için de aynen böyledir.
                  Beste mûsikîsi ise, başta makam bilgisi olmak üzere belli bir teorik çerçeveyi bilen bestecilerin “mûsikî sanatı” adı-
           na yaptıkları sanatsal bir faaliyettir; ama bunun bütün besteler ve besteciler için geçerli olduğu söylenemez. Mesela, klasik
           dönem bestecilerimizden Itrî’nin ya da Dede Efendi’nin bazı eserlerini belki de nazariyat adına bildiklerini özellikle unutarak
           ruh ve gönül iklimlerinin yeşerttiği duygularla ve tam bir vecd hâlinde doğaçlama bestelediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
           “Segâh Tekbir” başta olmak üzere, Itrî’nin özellikle dinî mûsikî türündeki eserlerinin insan ruhu üzerindeki olağanüstü tesi-
           rini başka türlü açıklamak zordur.
                  Ruhumuzun derinliklerine nüfuz eden, duygularımızı kanatlandıran ve gönüllerimizi coşturan o güzel nağmelerin
           sadece teknik malumattan hareketle yapılması, gerçek mûsikî sanatının özüne ve ruhuna aykırıdır. Nihayetinde sanat; son
           tahlilde bir ruh, duygu ve gönül işidir. Mûsikî tekniğine ve nazariyatına ilişkin bilgilere sahip olmak güzel bir beste yapmaya
           yetseydi, bu konuda eğitim alan ya da kendini yetiştiren herkes başarılı birer besteci olurdu. Bu, Türk dili ve edebiyatı tahsili
           gören herkesten iyi bir şair veya yazar olmalarının beklenemeyeceği gibi doğal bir durumdur.
                  Tarihi süreç içinde bestenin nazariyatı nazariyatın da besteyi etkilediği durumlar elbette olmuştur ancak doğru ve
           eksiksiz teorik (nazari) çerçevenin eser(ler)den hareketle oluşturulabileceği unutulmamalıdır. Türk mûsikîsinin kültürü, na-
           zariyatı ve estetiği üzerine kaleme alınmış eserlerin çoğunluğunda bugün bile, halk müziğinin ya hiç yer almadığını ya da
           “folklor müziği” adı altında ve bazen sadece “folklor” şeklinde tabir edilerek birkaç cümleden ibaret eksik ve yanlış bilgilerle
           geçiştirildiğini görüyoruz. Bu eksikliği telafi etmek amacıyla yazılmış bazı metinlerdeki sığlık, bilgisizlik, kavram karmaşası
           ve terminoloji sorunu ise çok daha büyük ve yeni sorunların oluşmasına sebep olmaktadır. Böylesine yanlışlar ve eksiklikler
           üzerine kurulu bir mûsikî geleneğinin doğru ve sıhhatli bir biçimde kendini yeniden üretmesi elbette zordur. Açıktır ki, bir
           sanat geleneğinin devamı; toplumsal, kültürel ve sanatsal dinamikler ışığında, o geleneğin güçlü ve kapsamlı bir şekilde
           kendini yenilemesiyle mümkündür. Bunu, zamanın ruhunu yakalamayı da kapsayan “yeni bir ifade gücü” kazanma hamlesi
           olarak anlamalıyız.
                  Kendini gerçek anlamda yenileyemeyen bir gelenek “kendini tekrar etme” hastalığına yakalanır, hızla yozlaşır ve
           çok farklı alanlara savrulmaktan kurtulamaz. Son yarım yüzyılda “Türk sanat müziği” adı altında yapılan pek çok bestenin
           önce arabeskleşmesi, ardından poplaşması ve sonunda bu iki türün karışımından oluşan bir acayip “popbesk” türüne dönüş-
           mesi böyle bir sürecin yaşanmasının sonucudur. Toplumdaki sosyal ve kültürel değişmelerin göz ardı edilmesi geleneksel
           sanat mûsikîsinin kendi bünyesinden kaynaklanan sorunlarla birleşince geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde büyük bir kırılma
           yaşandı. Belirli ve sınırlı sayıda makam, usul ve form etrafında şekillenen tekdüze bir repertuvar, aynı yoz duyguların tekrar
           edildiği sulandırılmış sözler, derinliksiz sığ bir estetik, aşırı süslü yapmacık bir üslup ve kof romantizm; toplumsal bünyedeki
           sosyal ve kültürel çözülmenin sanatı, derinliksiz ve ufuksuz sanatın da toplumu olumsuz yönde etkilemesiyle ortaya çıkan
           bulaşıcı bir zevk yozlaşması...
                  Hayatın, toplumun ve insanın gerçeklerini merkezine almayan, samimiyetin ve doğallığın gücünün farkında olma-
           yan bir sanatın varacağı nokta bellidir: Aşırı süsleme, cilalama, köpürtme ve allayıp pullayarak pazarlamanın amaç hâline
           gelmesi… Bunun sanat dilindeki en masum ifadesi ise “tasannu”dur. Yani, özü ıskalayıp sırf gösteriş için sanat yapmak;
           sanatı sanat tekellüflerine kurban etmek.
                                                                                              Bayram Bilge TOKEL
                                                                                            Sarayın Sesi Halkın Nefesi
                                                                                            Osmanlı’da Mûsikî Hayatı
                                                                                                Kapı Yayınları, 2019
                                                                                                     (s.220, 221,222.)














           54   Makam ve Usul Uygulamaları                                                                                                                                                                 Makam ve Usul Uygulamaları
   50   51   52   53   54   55   56   57   58   59   60