Page 34 - Liseye Hoş Geldin - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 34

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

                ÖRNEK ETKINLIKLER                                                                                                                                                      ÖRNEK ETKINLIKLER




        ediyor; ötesinde berisinde, bir-iki çiçek kırıntısı tarhları yeni yapılmış bir bahçede sanki gözlerini açıyordu. Sanki, bir-iki dakika
        daha geçerse, birdenbire aramızda ayaklanacak; parmaklarımızın arasında bir fırsatını bulduğu dakika, cins bir at gibi süratle
        uzaklaşıp gidecekti. Fakat annem uzatmadı:

        — Bana bak, dedi. Bizim alayla düzenle işimiz yok hepsine on lira ver; al git!
        Adam, diğer eşyalarının bulunduğu odaya girmeden keçeyi derleyip topladı; koltuğuna aldı:
        — Hanımcığım, dedi. Şimdi bir araba getirip ötekileri de alırım!

        Miras keçenin müşterisini ancak bir hafta sonra görebildik. Daha kapıdan girer girmez
        — Sormayınız, dedi; daha iki dakika duracak olsaydım, sizin keçeden tam iki yüz lira kazanıyordum.

        Bir dakika durdu:
        — Müzeden aldılar; dedi. Benim yirmi beş liraya sattığım adam tam yüz yetmiş beş lira kazandı.

        Halam koltuğa yığıldı. Annem biraz kolonya ister gibi oldu. Ben de soğuk su ile yüzümü bir iyice yıkadım!
        Halamdan aşçıya kadar, gece gündüz, üç gün bizim keçe konuşuldu. İçimizde hiçbirimiz inanmıyor; halam:

        — Gözlerimle görmeliyim; diyordu. Bizim keçe... Paşanın mirası... iki yüz lira... Vallahi yalan!...
        Bu muhaverenin ertesi günü, halamla annem önde, ben arkada, hizmetçi kızla aşçı daha geride, Topkapı Sarayı’nın yeni açılan
        eski işlemeler ve halılar müzesinden içeri girdik.
        Her nedense, hepimizde tuhaf bir titreme vardı. Hizmetçi kız aşçıya sokuluyor; çınar ağacının altında, miras keçeyi değnekle
        saatler saati dövdüğü, suya vurduğu, ıslattığı, tekrar kuruttuğu, tekrar dövdüğü günleri düşünüyordu. Halam, birdenbire durdu:
        — Çocuklar, dedi. İşte, işte...

        Hakikaten bizim keçeydi. Bir sedirin üzerinde duruyordu. Tek başınaydı. Yukarıdan, açık bir pencereden, yüzüne hafif bir güneş
        ışığı vurmuştu. Âdeta, bacak bacak üstüne atmıştı; gururlu bir hâli vardı.
        Hepimiz bir adım geri çekildik. Zaten kalın bir kordon bizi birbirimizden ayırıyor; aramıza âdeta denizler, okyanuslar, servetler ve
        asırlar koyuyordu. Ben biraz eğildim ve keçe hazretlerinin hemen üzerine bırakılmış olan levhayı okumaya çalıştım:







                                         DOKUZUNCU ASIR MAMULÂTINDAN
                                                   (HİCRÎ 1090)
                                           Anadolu Selçukîleri Zamanına Ait






















   34     LİSEYE HOŞ GELDİN                                                                                                                                                                  LİSEYE HOŞ GELDİN           35
   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   39