Page 7 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | 5.Ünite
P. 7
TİYATRO
BAYEZİT, (Döner, onun yeni yeni farkına varıyormuş gibi). — Ya nasıl söylememi isterdiniz valide? İyi
ettiniz mi diyecektim? Eliniz varolsun mu diyecektim? (Teessürünün en üst hududunda) Ah
bilmeliydim, bilmeliydim…(Kafasını yumruklar) O gün o gün anlamalıydım bunu, o zaman
anlamalıydım.
HURREM, (Onu teskine çalışır gibi). — Bayezit’im, oğlum.
BAYEZİT, (Taşkın). — Bunu sen yaptın. (İkisine birden) Bunu siz yaptınız, siz ikiniz. Niçin yaptınız ha?
Nasıl yaptınız? Sen valide, sen böyle bir evlât doğurabilir miydin ki?
HURREM, (Endişeli). — Sus oğlum, duyanlar gerçek sanır sonra.
BAYEZİT, (Bağırarak). Yalan mı ya? Sandınız ki onun ölümüyle her şey düzelir, hepimiz biraz daha aydın-
lığa kavuşuruz. (Annesinin bileklerinden yakalayıp pencerenin önüne getirir) Bak valide, şu
inen akşamı görüyor musun? Şu karanlığı? Karanlığı bekliyen şu korkunç adamları? Âliosma-
nın kaderi böyle olmamalıydı, babamızın kaderi böyle olmamalıydı.
HURREM, (Kendini toparlamaya çalışarak). — Istırabınıza hürmet ederiz oğlum, Mustafa değerli bir ço-
cuktu.
BAYEZİT, (Kahredici bir ıstırap içinde). — O bizim ışığımızdı, sen söndürdün. O bizim ümidimizi sen
mahvettin, (Ruhunun bütün isyanını haykırarak) Şimdi ne olacak bilir misin ha? Şimdi ne
olacak? Öz evlâtların birbirine düşecek. Birbirimizi yiyeceğiz, düne kadar kendimi emniyette
hissediyordum, Mustafa’nın ismi dahi hayatımızın teminatıydı. Şimdi kime güveneceğim ha?
Kime?
(… )
RÜSTEM, (Vaziyete müdahele etmek ihtiyacını hissetmiştir). — Çok heyecanlısınız Şehzadem. Görüp,
işittikleriniz büyük bir darbe oldu sizin için. Biraz istirahat buyursanız. (İnandırmaya çalışır
gibi) Mustafa Hünkârımız efendimize karşı geldi.
BAYEZİT, (Vahşi bir hiddetle döner). — Yalan söylersin bre nabekâr, yalan! Dünya bir araya gelseydi, bir
araya gelseydi de, vadedilseydi ona, yine de babasının sakalının tek teline değişmezdi. Zincir-
lerin zaptedemiyeceği bir arslanken babasının bir sözüne bent oldu. Buraya geldi, bir kuzu
gibi: kendi ayağıyla: kurban olmaya… Çocuk değildi… Budala da değildi… Nereye gittiğini bi-
liyordu… Niçin gittiğini biliyordu. Böyle olduğu halde irkilmedi bile… Ölümden korkmazdı.
Alçaklıktan yılardı, alçaklar elinde kaldı yazık.
RÜSTEM, (Hurrem’e). — Şehzade bizi kasteder sultanım.
BAYEZİT, (Ona doğru atılır). — Yaaa… yaa… yaa… sizi kastederim devletlû, size söylerim. Her kim ki
alınır ona söylerim.
HURREM, (Rüstem’le Bayezit arasına girerek). — Size daha ehemmiyetli bir vazife verilmiştir paşa, unut-
mayın.
RÜSTEM, (Baş eğer çıkar.)
(…)
HURREM, (Kahrolarak). — Yeter… Yeter… Yeter…
BAYEZİT, (Aynı haykırışla ve ellerini ileri doğru uzatarak). — Şu ele bak valide şu ele… Oğlunun elleri
bu… Bu el onun eli kadar temiz mi? Bu el onun eli kadar kuvvetli mi? Bu el onun eli kadar hü-
nerli mi? Bu el devlet atının dizginini onun kadar sıkı tutabilir mi? Siz bir insana değil valide,
bir devlete kıydınız.
HURREM, (Tam bu teslimiyet içindedir, inliyerek). — Nasıl? Nasıl söyleyebiliyorsun bunları oğul? Ben
sizin için yaptım, ne yaptımsa sizin için yaptım. (Hıçkırır.)
BAYEZİT, (Müthiş bir feveranla). — Tamam işte… Tamam ya ben de bunu, bu itirafını bekliyordum…
(Birden Kanunî’nin arz odasına doğru koşar babasının kapısını yumruklamaya başlar) İhanet
baba, ihanet… İhanet… İhanet…
HURREM, (Uzaktan aynı teslimiyetle). — Sizin için korkardım ama, artık korkmuyorum. Kendim için
korkardım, ama artık korkmuyorum.
CİHANGİR, (Merdivenlerin başında şehzade Cihangir görünür, erimiş, süzülmüş, bitmiştir âdeta bir hayal
gibidir. Bir hayal gibi sürünerek gelir, annesinin önünden, sanki onu hiç görmüyormuş gibi
geçer, eğilir. Bayezit’ın elinden tutar. Bayezit bu temasla irkilir, döner, Cihangir’i görünce bir-
den boşanıverir, onun boynuna sarılır. Katıla katıla ağlar.)
209