Page 703 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 703

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10           344

              9.ÜNİTE> Gezi Yazısı     Kazanım A.4.4: Metnin ana düşünce ve yardımcı düşüncesini belirler.
              Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi

             Etkinlik İsmi               Aracıma Biniyorum, Ülkemi Geziyorum                         25 dk.
             Amacı      Geçmişten günümüze ulaşım araçlarının gündelik yaşamımızdaki yerini fark edebilmek.             Bireysel


             Yönerge  Aşağıdaki metni okuyunuz. Soruları metinden hareketle cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

                                                   Niğde - Kayseri 1

              Niğde’ye yaklaşıyorduk. Yanımda oturan bir Niğdeli, şehrin eteğini saran ağaç kümeleri arasında pek
              iyi seçemediğim bir noktayı işaret etti:

              − Faruk Nafiz’in hanı, dedi.
              Büyük şairin han sahibi olduğu günleri de inşallah görürüz  fakat yol arkadaşımın bana gösterdiği
              bina, sadece Faruk Nafiz’in unutulmaz Han Duvarları şiirinde tasvir ettiği han idi. Kıyafetinden an-
              laşıldığına göre Niğdeli arkadaş bir esnaf yahut işçi idi. Böyle olmakla beraber Han Duvarları’nı  ve
              Faruk Nafiz’i biliyordu. Daha garibi trende ilk gördüğü bir yabancının bu şiiri, şiirde tasvir edilen
              hanı ve Faruk Nafiz’i tanımamasını kabul etmiyor, ateş ve su nev’inden herkesçe malum şeylerden
              bahseder gibi iki kelime ile bana maksadını anlattığına inanıyordu. Güzel şiirin kudreti. İyi yazılmış
              bir manzum hikâyeye koskoca bir hanı, koynundaki tapu senedine rağmen asıl sahibinin elinden alı-
              yor, Faruk Nafiz’e mâl ediyordu. Mamafih, arabamızda ayakta duran ve bizi dinleyen uzun boylu bir
              sakallının "Yok, yahu... O han falanındır" diye öteki mal sahibinin hakkını da ziyandan kurtardığını
              itirafa mecburum.
              Niğde ile Kayseri arasındaki yolu, Faruk Nafiz’in İstiklâl Muharebesi senelerinde kona göçe üç günde
              aştığı o uzun mesafeyi, ben, bugün otoray denen yeni icat bir alet içinde, âdeta uçarak geçiyorum. Ak-
              şamın beş buçuğunda daha Niğde istasyonunda kahve içiyordum. Sokak fenerleri yanarken Kayseri’de
              olacağım. Bisikletin ilk icadı zamanlarında ona verilen "şeytan arabası" ismini bu otoraya saklamak
              lâzımmış! Fakat ikisi arasında âdeta nalınlı adam ile patenli adam farkı var. Otobüsün mütemadiyen
              taşla, toprakla boğuşmasına mukabil otoray, cilâlı çelik raylar üstünde yağ gibi kayıyor. Ulukışla ile
              Kayseri arasında günde iki sefer yapan bu arabaların, birinci ve ikinci sınıf yolcuları için, şoförün ar-
              kasında dört maroken koltuğu, camekânlı bir kapı ile buradan ayrılan geri tarafında da demokratlara
              mahsus, yirmi otuz kişilik kanepesi var. Bazı şakacı yolcular lüks kısma Lortlar Kamarası, ötekine
              Avam Kamarası adını takmışlar. Bu otoray, yolları âdeta çocuk oyuncağına çevirmiş. Meselâ, Kayse-
              rililer bizim Ada vapurları biletinden daha ucuz bir para ile günübirliğine Bor bahçelerinde eğlen-
              meye gidiyorlar. Şoför, daha doğrusu makinistin bana anlattığına göre Adana ve Kayseri’de oturan iki
              akraba, meselâ bir ana kız, pazar sabahları bulundukları yerden hareket ediyor, öğleyin Ulukışla’da
              birleşiyorlar, akşama doğru yine evlerine dönüyorlarmış. Bu seyahat, artık yolculuktan usandığım bir
              zamana rastlamış olmakla beraber beni atlıkarıncaya binmiş bir bayram çocuğu gibi eğlendiriyordu.
              Otoray, son derece munis bir dekor arasından akıp giderken kâh makinistin omuz başından önümüz-
              deki yola, kâh arkaya geçerek akşam ışıklarıyla sararıp kızaran ovalara bakıyordum. Yeni bir icat yalnız
              manzaraları ve hayatı değiştirmekle kalmıyor; duygularımıza, dünyayı görüş tarzımıza da tesir edi-
              yor. Yolculukta akşam, insanın gayriihtiyarî garipsediği, kendini karanlık düşüncelere bıraktığı saattir.
              Halkın akşam garipliği terkibiyle anlattığı bu duyguda kendimizi uçsuz, bucaksız mesafeler arasında
              kaybolmuş hissetmemizi, arkada bıraktığımız uzağı bir daha görmek şüphesinin, öndeki uzağa yetişe-
              memek korkusunun elbette bir payı vardır. Mesafelere hâkim olmak emniyeti işte bu şüphe ve korku
              mefhumunu kaldırıyor, insana bu geniş ovalarda kendi mahallesinde, evinin bahçesinde, dolaşmak
              hissini veriyor.

              Faruk Nafiz: "Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar" diye anlattığı bu yolu, vaktiyle bir yaylının




                                                                                                   701
   698   699   700   701   702   703   704   705   706   707   708