Page 18 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | Çalışma Defteri 5
P. 18

Beceri Temelli-II



          Aşağıdaki metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ( Alıntılanan metnin aslına sadık kalınmıştır. )



                                                         Acımak
           (…)
           Bir gün daireye geliyordum... Bir bahçenin kenarında üç kız çocuğu gördüm... Çantalarını bir büyük taşın üs-
           tüne koymuşlar dertleşiyorlardı. Bu saatte sokakta dolaşmaları dikkatimi celbetti. Onları evvelâ mektep ka-
           çağı zannettim... Fakat öyle olsa beni görünce tabanı kaldırıp kaçmaları lâzım gelirdi... Halbuki onlar uzaktan
           bana bakıyorlar hatta bir şey sormamı bekliyorlardı... Çağırdım, niçin mektebe gitmediklerini sordum... Birisi
           “Gittik ama muallim hanım bizi mektebe sokmadı... Evimize gönderdi.” dedi. Sebebini sordum. İkisi de daima
           mektebe geç kalırlarmış. Erken gelmelerini, ders başladıktan sonra gelirlerse mektebe kabul etmeyeceğini
           söylemiş... Onlar yine gecikmekte devam etmişler... Zehra da tehdidini icra etmiş... Çocuklara niçin muallim
           hanımın sözünü tutmadıklarını sordum. Birisi “Annem hasta... Ben ev işlerine bakarım... Küçük kardeşimin
           yiyeceğini yediririm... Bu işler bitinceye kadar vakit geçiyor.” dedi. İkincisi titiz bir çocuktu. Hiddetle kendini
           müdafaa etti: “Ne yapayım efendim... Her sabah değil ya... Bazı gün erken geliyorum... Bazı günler de hava
           kapalı oluyor... Anlamıyorum.” Bu mantık tuhafıma gitti. “Hava kapalı olursa geç gelmek mi lâzım kızım!..”
           dedim. Çocuk hiç aklıma gelmeyen yerinde bir cevapla lâfımı kesti: “Hava kapalı olunca saati nereden anlaya-
           yım?” Demek onun da evinde saat yokmuş... Üçüncüsü çok fakir kıyafetli fakat gayet edalı bir kızdı... Sualime
           pek çok tereddütten sonra cevap verdi: “Efendim muallim hanım nalınla mektebe gelme diyor... Benim yeni
           fotinlerim var ama ayağımı sıkıyor.”
           Onun da derdi anlaşılmıştı. Zavallının da giyecek fotini yoktu. Yahut da anası bin zahmetle aldığı fotini mek-
           tepte eskitmesine razı olmuyordu. Bu mesele üzerinde Zehra ile uzun uzun konuştuk, bir türlü anlaşamadık.
           Bir vaka daha anlatayım. Bir gün başmuallim, talebeden Ferhunde isminde bir kızın kaydını silmek mecburi-
           yetinde olduğunu idareye bildirdi. Affedilmez bir kabahati varmış, arkadaşlarından bir kısmının para ile va-
           zifelerini yapıyormuş. Bazı hayır sahipleri Ferhunde’ye “Maarif Müdürüne git... Rica et.” demişler... Kızcağız
           ağlaya ağlaya geldi... Kabahatini itiraf etti... Ailesi çok fakirmiş. Sırf mektep kitaplarını ve defterlerini tedarik
           edebilmek için bunu yapmış... Çocuğun hali bana dokundu. Zehra’ya rica ettim, sözlerimi hayretle dinledi: “Ço-
           cuklarımızı sahtekârlığa alıştıran bir talebenin mektepte kalmasını istemenize şaşıyorum.” dedi. Mazeretini
           anlattım ısrar ettim. “Olabilir.” dedi. “Fakat ben elime teslim edilmiş üç yüz çocuğun ahlâkından mesulüm...
           Müsaade ederseniz ben sade bir muallim olarak çalışırım... Arkadaşlardan birini başmuallim yaparsınız... Çocuk
           da mektebe kabul edilir.” Hâsılı Zehra’yı fikrinden döndürmek için sarf ettiğim emek boşa gitti. Kızlardan ba-
           zıları ya aile terbiyesinin tesiriyle ya görenek neticesi olarak hafiflik ederler. Zehra onları koleralı hastalar gibi
           derhal öteki çocuklardan ayırır ve kendilerine son derece huşunetle muamele eder. “Kuşpalazına, kızamığa
           çiçeğe tutulanları umumun sıhhati namına nasıl arkadaşlarından ayırıyorsak bunları da yine umumun manevî
           sıhhati için öyle ayırmak mecburiyetindeyiz.” der...
           (…)
           Biraz sonra Zehra mektep kapılarını kapattı misafirlerinin yanına geldi. Binanın sağ tarafında büyük bir kesta-
           ne ağacının altına armut biçiminde bir havuz yaptırmış kenarını çiçek saksılarıyla süslemişti. Maarif Müdürü ile
           arkadaşına birer kahve ikram etmek istedi oturdular. Zehra otuz yaşlarında vardı. Ufak tef ekti. Fakat kuvvetli
           bir irade sahibi olduğu ve etrafındakilere çok tatlı muamele etmekle beraber emretmeyi de bildiği anlaşılı-
           yordu. Güzel değil; donuk esmer  bir çehresi, irice bir burnu, çıkık elmacık kemikleri, kuvvetli bir çenesi vardı.
           Dişleri bembeyaz ve sağlamdı. Yalnız iki tanesi ağzını kapadığı zaman üst dudağını hafifçe şişirecek derecede
           büyüktü. Yüzünün en göze çarpan yeri geniş ve zeki alnının altındaki hafifçe çatık ince kaşlarıydı.  Mebusa
           mütemadiyen maariften mektepten ve talebesinden bahsetti. Bilhassa sevdiği çocukların sözü olurken küçük
           siyah gözleri canlanıyor yüzü hemen hemen güzelleşiyordu. Nihayet asıl meseleye geldiler. Şerif Halil izin me-





                                            ORTAÖĞRETİM     18 TDE-11
                                        GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
   13   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23