Page 16 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | Çalışma Defteri 6
P. 16
Açık Uçlu Sorular-I
Aşağıdaki metni okuyunuz ve soruları bu metne göre cevaplayınız.
NARLA İNCİRE GAZEL
HALAZA
Bu yıl kediler sıskalıklarıyla dikkatimizi çekti. Köpekler azalmış. Orada burada gezenler, ya efendilerinin yanı sıra yü-
rüyenler, köye gelen yabancıların köpeklerine biraz umutsuz bir seviyle bağlanıp bu yabancıların kaldıkları evin kapısı
önünden ayrılmayanlar, ya da, eski taşların arasında, agorada, müze önlerinde kendilerine kimsenin dokunmayaca-
ğına güvenerek, biberiyelere sürünseler bile üç adım öteden duyulan keskin kötü kokularını örtemeden dolaşanlar.
Çoğu çoban kırması.
Vespasianus anıtının üçgen alınlıklarının artıkları üzerinde yerden birkaç metre yükseklikte, ufarak karakeçiler, otlu-
yor… İncecik, kıvrımlı, güzel boynuzları, uzun kara kıllarıyla tiyatronun önünde basamaklardan inip çıkıyor, devrilmiş,
yıkılmış taşlar arasında bir kayalık düşü görüyor karakeçiler; öreni çevreleyen dikenli tele bağlı olanları iplerine do-
landırıp dolandırıp kımıldayamayacak duruma gelince – üzerinde iyice düşünülmüş gibi, içten içe uzun uzun hazırlan-
dıktan sonra patlatılıveriyormuş gibi – yanık melemelerle gelip geçenden yardım istiyorlar. Kim bilir, seslerini çağrıya
benzeten bizizdir. Keçilere karşılık veriyoruz bu çağrıyı yansılayarak. Savımız, insan gırtlağının yaradılışın her sesini
yansılayabileceği olsa gerek. Dillerimizle yetinmiyor muyuz ne? Keçilerse yabancı dil öğrenme kaygısına hiç kapılmı-
yor… Bir duvarın üzerinde boynuzlarından bağlı koca, görkemli kara teke böyle yorumlara ilgisiz. Meliyor, kardeşleri
gibi. Kokusu on beş adım öteden geniz yakıyor. Melemesini, bir daha, yanıkmaya benzetiyoruz.
Sakangurlar görünmeden ötüyor yasemin kokuları içinde. Kurbağalar karanlıkta gene sıçrıyor kedilerin önünde.
Ama yassılmış cesetlerine hemen hemen rastlanmıyor. Arabaların azaldığı hiç söylenemez; hızlarının kesildiği de…
(Köy içinde, sokakları enine kesen beton tümsecikler yaptırmış belediye; hızlar ancak buralarda biraz azalıyor). Belki
kurbağalar da anladı dünyanın daraldığını.
Kumsalda izler azalmıyor. Yengeçler, kertenkeleler, göze hiçbir zaman görünmeyen yılanlar, yerlerinden olmuşa
benzemiyor.
Yabanarıları var; kumda, yengeçlerin deliğini andıran, ama onlara oranla ufacık, ufacıcık kalan yuvalarına girip çıkı-
yorlar.
Evin avlusunda bayrama bekletildiğini bilmeyen bir koç, boşalmış su kabına başını sokmuş, uyukluyor narın altında.
Bir kedi çıkıyor ansızın sabahın er saatinde karşımıza. Kuyruğunu kesmişler. Aç. Karnını doyurmak istiyor. Ama insan-
ların en ufak bir kımıltısı karşısında duldalanıyor.
Bir zamanlar ölümsüzlüğün, sonrasızlığın simgesiydi kaplumbağa. Sonsuza dek yaşayacak yazıtlar bırakmak is-
tediğimiz zaman koca taş kaplumbağalar yontturur, taş sırtlarına kazıtırmışız yazıları. Az ötede üç yüz yaşında bir
kaplumbağa, ikiye bölünmüş…
Sineklerin ışığın muştusu gibi; güneşin değdiği yere konup konup kalkıyorlar. Güneş, leşe de diriye de ayırım gözet-
meden değer.
Ölmek bilmez taşlar arasında bunca ürkek, bunca yepelek dirim…
Hayvanlar burada da mı insanların sevgisizliğini öğrenmeğe başlıyor?
TAŞLARI ÇÖZÜLEN KOCA KAPIDAN
BİR DAHA GEÇMEMEK Mİ GEREK?
Refik’e bakıyorum. Başını kitaptan kaldırıyor. Denize gitmenin vakti geldi. Açılmanın. Yorulmanın. Belki de dönme-
menin.
Bilge KARASU
ORTAÖĞRETİM 16 TDE-12
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ