Page 20 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | Çalışma Defteri 6
P. 20
Beceri Temelli-I
Aşağıdaki metni okuyarak soruları cevaplayınız. ( Alıntılanan metnin aslına sadık kalınmıştır. )
GELİBOLU
Gelibolu’nun ayazı yamandır. Hiç acımaz, çarpar insanı.
Gelibolu’nun ayazı serttir. Ege’den hiç beklenmeyecek kadar hırçındır. İnsafsızdır. Uğultulu seslerle ürkütücü
bir hikâye anlatarak dolaşan rüzgâr insanı döver, hırpalar. Sessiz ve incecik yağan erken bahar
yağmuru, rüzgârın anlattığı ürkütücü hikâyeyi anlamış kadar içini titretir insanın. Rüzgârın anlattığı
hikâye, bunu daha önce hiç duymamış, hiç bilmemiş olanları bile etkiler, hüzünlü bir iz bırakır ziyaretçilerde.
Gelibolu’nun rüzgârı yorar, yalnızlaştırır. Gelibolu’nun ayazı yaman ve ürperticidir. Yabancılar
bunu anlamaz, Doğu Akdeniz’de ayazın bu kadar sert olabileceğine inanmazlar. Ancak Çanakkale’nin
yerlileri bilir ayazının sertliğini. Gelibolu Yarımadası ayazın en yaman vaktinde; erken baharda çarpar
insanı.
2000 yılının bir Mart sabahında, henüz hava karanlıkken Çanakkale Milli Parkı’nda son model bir cip
ilerliyordu. Genç bir turist rehberi, yabancı bir turisti Arıburnu Anzak Koyu’na doğru götürmekteydi.
Birazdan gün ağaracaktı. Saatler dışında her şey simsiyah geceyi doğruluyordu. Arıburnu Koyu’na
varınca cip durdu.
(…)
Gökyüzünde uçuk pembe utangaç bulutlar belirip, mavi renkler griye dönünce cipin sağ ön kapısı
açıldı. İçinden sarışın, ince uzun, genç bir kadın indi. Dışı muşamba, astarı yünlü ekose yağmurluğuna
sıkıca sarınıp, kapşonunu başına taktı ve Koy’a doğru yürüdü. Rehber o dönene kadar cipin içinde
bekleyecekti.
Kadın Koy’a varınca durdu, pantolonunun paçalarını dizlerine kadar sıvadı. Uğultulu ıslak rüzgâra ve
ince yağan iç ürpertici yağmura aldırmadan botlarını ve çoraplarını çıkarttı. Çoraplarını botlarının
içine sakladı. Çıplak ayaklarına batan çakıl taşlarını ve et kesen soğuğu umursamadan denizin içinde
yürümeye başladı. Su dizlerine varıncaya dek yürüdü. Orada durdu. O zaman döndü; sırtını denize,
yüzünü karaya verdi. Tam karşısında Arıburnu Yarı haşmetle yükseliyor, hemen önünde Anzak askerlerinin
taşları yağmurla yıkanmış mezarları duruyordu. Güneşin çok serin ve solgun erken ışıkları kadının
yüzüne dokunduğunda, o dudaklarını ısırmaya, gözlerini kırpıştırmaya başladı. Kendi kendine
bir şeyler mırıldandığı düşünülebilirdi. Belki bir dua, belki bir şarkı… Sanki üşüdüğünü hissetmişti,
ama üşüyen yalnızca dudaklarıydı. On dakika, belki biraz daha fazla.
(…)
Buket Uzuner
ORTAÖĞRETİM 20 TDE-12
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ