Page 138 - TÜRK HALK MÜZİĞİ TEORİ VE UYGULAMASI 12
P. 138
6. ÜNİTE
TÜRK HALK MÜZİĞİNDE OZAN
Türk halk müziği ve şiiri; İslamiyetin kabulünden sonra yapılan göçlerle Anadolu coğrafyasına
taşınmış, XV. yy.dan itibaren ozan sözcüğü yerine âşık sözcüğü kullanılmaya başlayınca bugünkü
hâline yaklaşmıştır. Daha sonraki yıllarda Anadolu’da ozan sözcüğünün anlamı “geveze-herze
söyleyen” olarak bilinmiştir. Ozan sözcüğü Anadolu ve Azerbaycan’da âşık biçimini alırken
Kazaklarda jırav ve akın, Kırgızlarda ırcı, Özbeklerde bahşı, Türkmenlerde ise şahir sözcükleri
kullanılmaya başlamıştır.
Halk şairleri; İslam öncesi şaman kimliğinden uzaklaşarak elinde saz, dilinde söz ile diyar diyar
dolaşan ve hayalindeki veya rüyasındaki sevgiliyi arayan, bu arada kültürler arası iletişim ve
ilişkiyi sağlayan, gittiği yerlerde karşılıklı atışmalar yapan, deyişler söyleyen, zaman zaman da
elçilik görevi üstlenen bir yapıya evrilmiştir. Biçimde ne kadar değişiklik olsa da öz aynı kalmıştır.
Anadolu’da ozanların "âşık" vasfı kazanmasında haklarındaki ilgi çekici anlatıların da payı vardır.
Bu anlatılarda âşıklar; çoğunlukla bedensel alemden ruhî aleme yolculuk yapar, saz çalıp türkü
söylemeyi birdenbire, mucizevi şekilde öğrenirler. Bir gece rüyada pirler elinden dolu içip yanar,
ardından bir güzelin testisinden içtiği soğuk su ile şifa bulur ve uyandıklarında artık içlerindeki
aşk ateşiyle saza sarılıp bir diyarda barınamaz hâle gelirler. Bu rüya motifi hemen hemen tüm
âşıklarda aynı olup adına “bade içme” denmektedir.
Âşıklık geleneği usta-çırak ilişkisi içinde sürüp giderken ozanların çok önemli meziyetleri de
ortaya çıkar. Ustasından el alan çırak; ustanın icâzet vermesiyle elinde sazı, dilinde sözü ile
diyar diyar gezerek aşkını arar, aşkını anlatır durur.
XIX. yy. ile beraber çağa ayak uydurmakta zorlanan âşıklar; var olma mücadelelerini sürdürmekte,
halk arasında hâlâ önemli yerleri olsa da bu yeri korumak için daha yoğun çabaya ihtiyaç
duymaktadırlar.
Bekir ŞİŞMAN
(Metin yazarlar tarafından düzenlenmiştir.)
136

