Page 161 - Tarih Sınıf İçi Değerlendirme Öğretmen Rehber Kitabı
P. 161

ÖĞRETMEN REHBER KİTABI



                 SINIF İÇİ DEĞERLENDİRME ÖRNEĞİ 1



                                                       AÇIK UÇLU SORU
                                               GÜÇLER BİRLİĞİ - GÜÇLER AYRILIĞI


            Aşağıdaki “Güçler Birliği - Güçler Ayrılığı” adlı metnİ okuduktan sonra soruları cevaplayınız. Her soruya verdiğiniz doğru
            cevap 1 puan olarak değerlendirilecektir. Alabileceğiniz en yüksek puan 6’dır.



            Atatürk kurduğu cumhuriyeti bir hukuk devleti olarak algılarken devletin yüksek organlarının oluşumuna öncelik
            tanıdı. Çağdaş ulus-devletin, hukukun temelleri üzerinde yükseleceği inancı tamdı. O nedenle daha Millî Mü-
            cadele’nin ilk evresinde siyasi mekanizmayı bir hukuk devleti anlayışıyla uyumlu kıldı. Büyük Millet Meclisi bu
            yaklaşımın temelini oluşturacaktı. Ancak bu evrede Atatürk tıpkı Fransız Devrimi’nin ilk evresinde olduğu gibi iki
            seçenekle karşı karşıya kalmıştır. Önünde Fransa örneği ve bu bağlamda Rousseau ve Montesquieu seçenekleri
            vardı. Çağdaş anayasalar Aydınlanmanın bu iki düşünüründen esinlenerek gerçekleştirmişti. İlki “toplum”dan, di-
            ğeri “birey”den yanaydı.

            Çağdaş anayasalar devletin temel kurumları ya da “esas teşkilatı” ile yurttaşların temel haklarını kapsayan belli
            başlı iki kısımdan oluşuyordu. Devletin yüksek organlarının oluşumu, birbirleriyle ilişkileri, görev ve yetkileri “esas
            teşkilat”ın düzenleyici ilkeleri iki bağlamda ele alınıyordu. Güçler birliği ve bütünlüğü Rousseau’dan kaynaklanı-
            yordu; güçlerin ayrılığı ise Montesquieu’den esinleniyordu. Cumhuriyet’e giden yolda birbirini dışlarcasına bu iki
            seçenek karşısında kalınmıştı. Bunlardan ilki eşitliği esas alan demokrasinin temeli, ikincisi ise özgürlüğün özellikle
            devlet müdahalesinden uzak tutma anlamına gelen “menfi hürriyet” haklarını güvence altına almayı esas amaç
            bilen liberalizmin koşuluydu. Aslında her modern anayasa bu iki kısımdan oluşuyordu. Her ikisi de klasik demok-
            rasinin iki kanadını oluşturuyordu. Bunlardan birinin ya da diğerinin önce gelmesi gerek tarihi ve gerek hukuksal
            bakımdan ayrı bir ölçüyle değerlendirilmeye elverişliydi.

            Atatürk’ün özgürlüklere bakışının sınırları vardı. Artık 19. Yüzyıl liberalizminin sınırsız özgürlük anlayışı tarih ol-
            muştu. Kişisel özgürlükler kutsaldı, ama devletin gücü, otoritesi hiçe sayılırsa egemenlik tehdit altında kalırdı.
            Hele yeterince güçlü konumda olmayan ülke egemenlikten ödün verirse başka ülkelerin hükümranlığı altına girer-
            di. Bireyin özgürlüğü devletin egemenlik ve iradesinin korunmasına bağlıydı. Çünkü emperyalizm çağında kişisel
            özgürlükler tehdit altındaydı. Atatürk “hürriyet” nesline mensup olmasına karşın emperyalizmin tehdidi altında
            güçler ayrımına ve parlamenter rejimine, Cumhuriyet’in kuruluş evresinde sıcak bakmadı. Yakın tarihin deneyim-
            leri onu bu konuda uyarmıştı. Nitekim II. Meşrutiyet’in başarısızlığını, çözümsüzlüğünü Atatürk güçler ayrımında
            görüyordu. Yıkılan Osmanlı rejiminin faturasını kuvvetler ayrımına, Osmanlı parlamenter rejimine çıkarıyordu.
            II. Meşrutiyet’in çok partili siyasal modelinin Montesquieu’nün güçler ayrımı anlayışıyla düzenlendiği ve çökün-
            tünün gerisinde bu tür bir anlayışın yattığı kanısındaydı. Atatürk için çözüm güçler birliğiydi. Benimsediği güçler
            birliği anlayışı doğal olarak Millî Mücadele’nin gerektirdiği yekvücut birlik anlayışının sonucuydu.


            Atatürk, Cumhuriyet’in kuruluş evresinde hem Montesquieu hem de Rousseau hakkında yeterince bilgiye sahip-
            ti. Parlamenter rejim anlayışının Montesquieu’nün görüşlerinde içkin olduğunu biliyordu. 1923’ün Şubat’ında
            halkla yaptığı bir sohbette, halka siyaset bilimi dersi vermiş, üç tür “hükümet” sıralayarak bunların “mutlakiyet
            hükümeti”, “meşrutiyet hükümeti” ve “cumhauriyet hükümeti” olduklarını kaydetmiştir. Mutlakiyette bir adamın
            bütün bir millete hükmettiğini, müstebit bir kişi olduğunu, milleti kendi emrine kayıtsız şartsız uyan bir grup olarak
            gördüğü belirterek Montesquieu’nün kralın dilediğince hareketini sınırlamak için “kuvvetler ayrımı”nı icat ettiğini
            söylemiştir. Ancak Türkiye’de krallıkla yönetilmediği için Montesquieu’nün Batı’da kralların gücünü sınırlamaya yö-
            nelik kurgusunun Türkiye için geçerli olamayacağına vurgulayacaktır. Atatürk’ün temel kaygısı “milli egemenlik”ti.

            “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” den söz ederken Atatürk “hakimiyet” denilen gücün hiçbir kayıt, bölün-
            müşlük ve sınır kabul edilmeyecek şekilde millete ait olduğunu söylüyordu. “hakimiyet”in, milli iradenin “hukuk-u
            esasiyye” denilen şeylerin tümünün milletin seçmiş olduğu kurumlara ait olduğunu dimağlara yerleştirmeye ça-
            lışıyordu. Böylece 23 Nisan 1920 tarihinde toplana Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin irade ve hakimiyetinin
            tecelli ve temsil ettiren kurum olmuştur.

                 (Zafer Toprak, Atatürk Kurucu Felsefesinin Evrimi, Türkiye İş Bankası Yayınları, s. 27-32.’den düzenlenmiştir.)



                                                                                                             161
   156   157   158   159   160   161   162   163   164   165   166