Page 425 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 425

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10          207

             5.ÜNİTE > Roman  Kazanım A.2.13: Metni yorumlar.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                         Değer Kazanma                                 25 dk.
             Amacı      Metindeki açık ve örtük iletileri; metinle ilgili tespitlerini, güncellemelerini ve beğenisini metne dayanarak,   Bireysel
                        gerekçelendirerek ifade etmek.

              Yönerge  Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

                                                      Sefiller
             (…)
             Jean Valjean gözlerini açtı ve hiçbir insan dilinin anlatmaya kadir olamayacağı bir ifadeyle bu saygıde-
             ğer Piskopos’a baktı.
             Jandarma çavuşu:
             ‒ Monsenyör, dedi, bu adamın söyledikleri doğru demek, öyle mi? Ona yolda rastladık. Kaçan biri gibi
             gidiyordu. Anlamak için durdurduk. Üzerinde bu gümüşler vardı. Piskopos gülümseyerek çavuşun
             sözünü kesti:
             – O da size bunları, geceyi evinde geçirdiği ihtiyar, babacan bir papazın kendisine verdiğini söyledi,
             değil mi? Durumu anlıyorum. Siz de onu buraya getirdiniz. Bir yanlışlık olmuş.
             (…)
             – Dostum, dedi Piskopos, gitmeden önce, işte şamdanlarınız. Alın onları.
             Piskopos şömineye giderek iki gümüş şamdanı alıp Jean Valjean'a getirdi, iki kadın, Piskopos’un bu
             yaptıklarını ağızlarını açmadan, kıpırdamadan, onu rahatsız edebilecek tek bir bakıştan bile kaçınarak
             seyrediyorlardı.
             Jean Valjean’ın bütün uzuvları titriyordu. Mekânik bir davranışla, dalgın bir halde aldı iki şamdanı.
             – Şimdi, dedi Piskopos, rahat rahat yolunuza gidiniz. Sırası gelmişken söyleyeyim, tekrar gelecek olur-
             sanız, dostum, bahçeden geçmenize hiç gerek yok. Her zaman sokak kapısından girip çıkabilirsiniz. O
             kapı, gece gündüz sadece bir mandalla kapalı durur.
             Sonra jandarmalara dönerek:
             – Çekilebilirsiniz efendiler, dedi. Jandarmalar uzaklaştılar.
             Jean Valjean bayılacak gibiydi.
             Piskopos ona yaklaştı ve alçak bir sesle:
             – Unutmayın, hiçbir zaman unutmayın, bu parayı dürüst bir insan olmak için kullanacağınıza dair
             bana söz vermiş bulunuyorsunuz.
             (…)
             Jean Valjean şehirden kaçarcasına çıktı. Telaş içinde tarlalarda yürüyor, dönüp dolaşıp hep aynı yerlere
             geldiğini fark etmeden karşısına çıkan yollara, patikalara sapıyordu. Böylece, bütün sabah hiçbir şey
             yemeden ama açlık da duymadan, etrafta dolaştı durdu. Bir sürü yeni duygunun etkisi altındaydı. Bir
             çeşit öfke duyuyordu, ama kime karşı duyduğunu bilemiyordu. İzzeti nefsi mi kırılmıştı, aşağılanmış
             mıydı, söyleyebilecek durumda değildi. Ara sıra içini garip bir acıma, bir şefkat duygusu kaplıyor, ama
             o bu duyguyu yenmeye çalışıyor, yirmi yıllık katılığıyla buna karşı çıkıyordu. Bu hal onu yoruyordu.
             Felaketindeki adaletsizliğin ona kazandırdığı korkunç huzurun içinde sarsıldığını kaygıyla görüyordu.
             Bu sarsılan huzurun yerini neyin alacağını kendi kendine soruyordu.
             (…)
             Jean Valjean Piskopos’un evinden ayrıldığında, artık o vakte kadar düşündüğü bütün şeylerin dışın-
             daydı. İçinden geçen şeylerin açıkça farkına varamıyordu. Yaşlı adamın melekçe davranışlarına, tatlı
             sözlerine karşı dikleniyordu. “Dürüst bir insan olacağınıza dair bana söz verdiniz. Ruhunuzu satın
             alıyorum. Onu kötülük zihniyetinden çekip çıkarıyor, Tanrı’ya veriyorum.” Hep bu sözler geliyordu
             aklına. Bu uhrevi bağışlamanın karşısına gururu, kötülüğün içimizdeki kalesi olan şeyi koyuyordu.
             Belli belirsiz bir şekilde hissediyordu ki, bu rahibin affedişi o vakte kadar benliğini sarsan en büyük hü-
             cum, en korkunç taarruzdur; bu rahmete karşı direndiği takdirde artık yüreğinin katılaşması büsbütün
             çaresiz bir hale gelecekti; boyun eğdiği takdirdeyse, başka insanların davranışları yüzünden yıllardır
             yüreğini dolduran ve hoşuna giden o kin ve nefretten vazgeçmesi gerekecekti. Bu defa yenmek ya da
             yenilmek zorundaydı. Kendi kötülüğüyle bu adamın iyiliği arasında çok büyük ve kesin bir mücadele
             başlamıştı.
             (…)
                                                                                   Victor Hugo, Sefiller

                                                                                                   423
   420   421   422   423   424   425   426   427   428   429   430