Page 575 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 575

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10           280

             7.ÜNİTE> Anı (Hatıra)     Kazanım A.4.11: Metinde fikrî, felsefî, siyasî akım, gelenek veya anlayışların yansımalarını değerlendirir.
             Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi   Alan Becerileri: Okuma Becerisi

             Etkinlik İsmi                        Hatırladıklarım                                    25 dk.
             Amacı     Metinde fikrî, felsefî veya siyasî akım, gelenek veya anlayışların yansımalarını değerlendirebilmek.            Bireysel


             Yönerge  Metni okuyunuz ve soruları metne göre cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                                  Doğduğum Şehir

              (…)
              Önce size doğduğum şehri anlatayım. Usturumca, Osmanlı İmparatorluğunun Rumeli denilen Av-
              rupa bölgesinde bulunan küçük bir kasaba idi. Usturumca o vakitki Selânik vilâyetine bağlı idi. Ka-
              sabada oturan halk ikiye ayrılmıştı. Şehrin üst bölgesinde Hıristiyanlar, çoğunlukla da Rumlar otu-
              rurdu. Rumlar daha iyi evlerde oturur, şehrin ana ticaret işlerini ellerinde bulundururlardı. Türkler
              şehrin alt bölgesinde yaşarlardı. Bunları da üç sınıfa ayırmak mümkündü. Bütün kasabanın servetini
              ellerinde bulunduran ve kendilerine ağa ve bey sıfatlarını yakıştıran egemen sınıf. Bunlar kasabanın
              yüze yakın köyünü ellerinde bulunduruyorlardı. Örneğin kasabanın en büyük evinde yaşayan, yir-
              miden fazla köyün gelirini toplayan Süleyman Paşa diye biri vardı. Evinde haremiyle kapalı bir hayat
              yaşardı. Onlardan sonra beyler gelirdi. Bunların da sayısı çok değildi. Ama her birinin birkaç köyü
              vardı. Babam Hacı Halim Ağa, bu ağa sınıfının en zayıflarından biriydi. Bizim şehre atla bir saat
              uzaklıkta bir köyümüz vardı. Toprakları Bulgar köylüleri işletirdi. Bizim toprakları işleyen köylüler,
              topraktan yapılmış karanlık evlerde yaşarlardı. İşledikleri topraklardan elde edilen ürünün yarısını
              alır, ötekini bizim ambarlara boşaltırlardı. Biz yazın, hasat zamanı ailece köye gider çiftlikteki binaya
              yerleşirdik. Bu göç, biz çocuklar için eğlenceli olurdu. Harmanların dövülüşüne katılır, sabahları
              erkenden bostanlara gidip karpuz kavun yerdik.

              Tarihin bize öğrettiğine göre Osmanlı Türkleri, on üçüncü yüzyılda iki koldan Avrupa kıtasına ge-
              çerek ta Sırbistan ve Yunanistan’a kadar sarkmış ve bu yerlere yerleşmiştir. İkinci bir kol, Karadeniz
              kıyılarını izleyerek Tuna boyuna inmiş ve sonra Rumeli’ye sarkarak Selânik’e kadar gelmiştir. Bizim
              babalarımızın bu Osmanlı Türkleri arasında buralara gelerek Usturumca’da yerleşmiş olmaları ih-
              timali çoktur. Zaten aradan beş altı yüzyıl geçmiş olmasına rağmen kılık kıyafet, dil, din, âdet ve
              gelenekler hep Orta Asya halklarını hatırlatmaktadır. Yediğimiz yemekler Orta Asya halklarının ye-
              mekleriydi. Bugün bile Orta Asya’da evlerde karyola ve masa, iskemle filan bulunmaz. Bizim evlerde
              de bunlar yoktu. Yataklar yerlere serilir, onların üzerinde yatılırdı. Yemek masada çatal bıçakla değil,
              yerde elle yenirdi. Ortaya geniş bir renkli çarşaf serilir, bunun üstüne geniş bir sini konur, bizler bu
              sininin etrafında diz çökerek veya bağdaş kurarak sıralanırdık. Sonra ortaya konan sahandan yeme-
              ğimizi elimizle alıp yerdik. Evlerin biçimleri bile Orta Asya evlerini hatırlatırdı. Evler geniş bir du-
              varla çevrilmiş bir bahçe içinde bulunurdu. Ben Özbekistan ve Türkmenistan’da evlerin aynı biçimde
              olduğunu görüp şaşmıştım. Sözün kısası bunlara benzer birçok âdet ve gelenekler, babalarımızın
              Orta Asya’dan gelmiş olduklarını gösterir.

              Kasaba yalnız pazar günleri canlanırdı. O gün köylüler ürünlerini satmak, ihtiyaçlarını almak için
              şehre inerlerdi. Onlar gitti mi şehir gene alışılan sessizliğine gömülürdü. Günümüz sokaklarda ge-
              çerdi. Oyuncaklarımızı bile kendimiz yapar, oyunlarımızı kendimiz icat ederdik. Bu nedenle oyun-
              caklarımız da oyunlarımız da sınırlı idi. At kılından top, odundan topaç yapardık. Ama en büyük
              oyuncağımız sapandı. Bunu da kendimiz yapardık.

                                                                                                                                Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım










                                                                                                   573
   570   571   572   573   574   575   576   577   578   579   580