Page 81 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 81
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 37
1.ÜNİTE > Giriş Kazanım A.4.14: Türün ve dönemin/akımın diğer önemli yazarlarını ve eserlerini sıralar.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Dilimiz Hafızamızdır 20 dk.
Amacı Türk dili üzerine yazılmış eserlerin ve Türkçe yazılmış eserlerin dilimize olan katkılarını kavrayabilmek. Bireysel
Yönerge Aşağıdaki metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız.
Dünden Bugüne Türkçemiz
Türkçe köken bakımından Altay dil ailesinde, yapı bakımından da eklemeli diller grubunda yer alır.
Yazılı kaynaklarda rastlanan ilk Türkçe sözcük, king-lak sözcüğüdür. Bu sözcük, Çin yazılı kaynak-
larında geçer. Aynı sözcük, Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lûgati’t-Türk adlı eserinde kıngırak şeklinde
geçer ve Hunların tören kılıcı anlamında kullanılır.
Türkçenin bilinen ilk yazılı metinleri, sekizinci yüzyılda Göktürkler zamanında yazılan Orhun Abi-
deleridir. Bu abidelerin dili oldukça sadedir, yabancı dillere ait sözcük sayısı birkaç tanedir. Uygurla-
rın, Manihaizm ve Budizm dinlerini kabul etmeleriyle Türkçede, Çincenin etkisi görülmeye başlanır.
Karahanlılar Dönemi’ne geldiğimizde Arapça ve Farsçanın etkileri kendini göstermeye başlar. Kaş-
garlı Mahmut, bu dönemde Türkler arasında Arapçaya olan ilgiyi görür, Türkçenin Arapça ile denk
bir dil olduğunu göstermek için 1077 yılında Divanü Lûgati’t-Türk isimli eserini yazar. Bu dönemde
Kutadgu Bilig, Atabetü’l Hakayık gibi dilimizin seçkin eserleri de ortaya çıkar. Bu eserlerin bir kıs-
mında Arapça ve Farsçanın etkisi vardır.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun Türkleşmesiyle birlikte Türkler, Selçuklu ve Anadolu Sel-
çukluları dönemlerinde resmî dil ve sanat dili olarak Arapça ve Farsçayı kullanmışlardır. Karama-
noğlu Mehmet Bey, dildeki bu durumdan memnun olmayıp 13 Mayıs 1277’de meşhur fermanını
yayımlar: “Bugünden sonra divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil
konuşulmaya.”
Şiirlerinin sadeliğiyle Yunus Emre, on üçüncü yüzyıldan günümüze seslenir. Yunus Emre, çağının
düşünüş biçimini ve kültürünü, konuşulan dille, yalın, akıcı bir söyleyişle dile getirir. On dördüncü
yüzyılda Âşık Paşa; Garipname adlı eserinde Türklerin kendi dillerine itibar etmediklerini, Türkçe-
nin inceliğinden ve de güzelliğinden habersiz olduklarını ifade eden bir dörtlükle karşımıza çıkar:
“Türk diline kimesne bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi
İnce yolu ol menzilleri.”
On beşinci yüzyılda Ali Şir Nevaî, Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde Türkçenin kelime hazinesi-
nin Farsçaya göre daha zengin, güzel ve esnek bir olduğunu dile getirir. On beşinci yüzyılın sonları
ve yirminci yüzyılın başları arasında Türkçeye çok sayıda Arapça, Farsça kelime girer. Şikâyetname,
Sihâm-ı Kaza, Hüsn ü Aşk gibi eserler bu dönem Türkçesinin özelliklerini taşır. On yedinci yüzyıl-
dan itibaren mahallîleşme hareketi başlar. Bu hareket Tanzimat Dönemi’ne kadar devam eder.
Tanzimat Dönemi’nde Türkçeyi kendi öz yapısına kavuşturma, yabancı sözcüklerden arındırma ça-
baları olsa da istenilen sonuçları vermez. Namık Kemal’in mücadelesi ve Şinasi tarafından verilen
halk diliyle yazı dilinin yakınlaştırılması çabaları sonuçsuz kalır.
1911 yılında Ziya Gökalp ve arkadaşları “Genç Kalemler” adlı dergide “Yeni Lisan” makalesiyle ko-
nuşma dili ve yazı dili arasındaki farklılığı ortadan kaldırma, Türkçeyi sorunlarından arındırma ça-
lışmalarıyla bugünkü yazı dilimizin oluşumunda önemli bir yere sahipler.
79