Page 312 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 312
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12 154
6.ÜNİTE> Deneme Kazanım A.4.5. Metindeki anlatım biçimlerini, düşünceyi geliştirme yollarını ve bunların işlevlerini belirler.
Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becersi Alan Becerileri: Okuma Becerisi
Etkinlik İsmi Deneme ve Anlatım Biçimleri 25 dk.
Amacı Metindeki anlatım biçimlerini, düşünceyi geliştirme yollarını ve bunların işlevlerini belirleyebilme. Bireysel
Yönerge Aşağıdaki metni okuyup soruları metne göre cevaplandırınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Çağından Tiksinmek
Fransız yazar Antoine de Saint-Exupery, ölümünden bir süre önce “çağımdan tiksiniyorum” demiş. Al-
bert Camus ise şöyle diyor: “Bu somurtkan, bu bir deri bir kemik dünyadan kaçmak da insanı sarabilir
zaman zaman. Ama bu çağ bizim çağımızdır, kendi kendimizden tiksinerek de yaşayamayız. Bu derece
aşağıya düşmesi, değerlerini aşırılığa götürmesinden olduğu kadar, kusurlarının yüceliğindendir de.”
Çağından tiksinmek! Bu bana çok katı bir yargı gibi geliyor. Toplu kıyımlar, toplama kampları ve Viet-
nam Savaşı'na bakarak çağından tiksinebilir insan; ama çağımızın onurlandırıcı, yüceltici yanları yok
mu! Nazi zorbalığı iğrendirici ise, Fransız direnişçilerinin başkaldırmaları çağımıza onur katmamış
mıdır! Vietnam Savaşı’ndan tiksiniyoruz, evet ama bir Russell Mahkemesi'nin kuruluşu bile çağımızı
aklamaya yetmez mi! Çağımız bir korku ve tiksinme çağıysa, bir umut ve yücelme çağıdır da; yeter ki,
haksızlığa karşı koyma direncimiz kırılmasın! Samsatlı Lukianos'un şu bilgelik dolu sözünü anımsa-
yalım: “Karşı koyanı olmadıkça, Tanrı'nın bir yanı eksik geliyor bana.”
Çağımızdan tiksinmek, sadece ahlak düzeyinde kendini belli etmiyor. Geçmişin değerlerine dönük
birisi için çağımızın kültürü de bulantı vericidir. Antik Yunan sanatında akılla duygunun uyumlu
bütünlüğüne hayranlık duyan biri, Giacometti'in heykellerine bakarak, çağımızı tiksindirici bulabi-
lir. Verlaine üne kavuştuğunda Tolstoy şöyle yazmıştı: “Ay, nasıl bakır bir gökte yaşar ve ölür! Kar
nasıl kum gibi parlar? Fransızlar bu kötü ve bayağı şairi nasıl bu kadar önemseyebilirler?” Büyük
bir teknoloji devriminin yaşandığı çağımızda, doğanın yavaş yavaş yok oluşunu gören bir başkası
da yirminci yüzyıla lanetlerin en büyüğünü yağdırabilir. Geçmiş kültür değerlerinin özlemini dile
getiren bu duygusallık, değişik gerekçelere dayanabiliyor: Çağımız her şeyin tekdüzeleştiği bir çağdır.
Evdeki kabkacaktan duvardaki tabloya kadar bir kitle-üretimi (mass production) almış yürümüştür.
Çevremizi saran nesnelerde çeşitlilik ortadan kalkıyor. Çağımızın beğenisini kısırlaştırıyor bu elbette.
Behçet Necatigil bir şiirinde, çağımızı “çok çiğ çağ” olarak nitelerken, yanılmıyorsam, bu tekdüzeliği,
bu beğeni kısırlığını ve çağdaş değerlerdeki bu kakofoniyi vurgulamak istemişti.
Ama burada bir ayraç açarak şunu da belirteyim: Necatigil'in çağımızdan tiksinmesi, T. S. Eliot'unki
gibi, geleneksel değerlerin yıkılışı karşısında bir küskün içe kapanışı imlemez. Geçmişin değerlerini
çağımızda egemen kılmak istiyordu Eliot; bu yüzden de, açıktan açığa, bir “geriye dönüş”ün savu-
nucusu olmuştur. Necatigil'de ise söz konusu olan, geriye dönüş değil, çağdaş kültürün “çiğ” ve yoz-
laşmaya yüz tutmuş yanlarına başkaldırmadır; o yüzden de onurlu bir davranıştır onunkisi; geriye
dönüşün övgüsü değil, çağın çirkinliklerinin bir eleştirisidir.
Geçen yıl yurdumuza gelen bir Amerikalı şaire, Allan Kaplan’a çağdaş Amerikan kültürünün en belir-
gin niteliğini sormuştum; Kaplan'ın yanıtı şu oldu: “Amerikan kültürü ticarileşiyor” Bir sanayi-sonrası
“tüketim toplumu” olan Amerika'da edebiyatın, sanatın ve bütünüyle kültürün, bu doğru huyu izlemesi
doğaldır. Kitle-üretimini (mass production), kitle kültürü (mass culture) izliyor. Ama, karşı koyanı ol-
dukça, bundan duyulan tiksintinin, yerini umuda bırakabileceğini söyledim Allan Kaplan'a. Hak verdi.
Çağımızdan tiksinmemeliyiz. Çağımız, iğrenilecek yanlarına başkaldıranları olmasaydı işte ancak o
zaman, gerçekten tiksinilecek bir çağ olurdu.
(1973)
Hilmi Yavuz, Denemeler
311