Page 290 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 290
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 148
7.ÜNİTE > Biyografi-Otobiyografi Kazanım: A.4. 2. Metnin türünün ortaya çıkışı ve tarihsel dönemle ilişkisini belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi HİKÂYE DOLU BİR YAŞAM 25 dk.
Amacı Biyografik bir metnin özelliklerini tespit edebilmek. Metnin türünün toplumsal etkileşimlerden nasıl yararlan- Bireysel
dığını belirleyebilmek.
Yönerge Aşağıda verilen metni okuyunuz. Soruları, metni göz önünde bulundurarak cevaplayınız.
(Alıntı metnin aslına sadık kalınmıştır.)
SAİT FAİK ABASIYANIK
Adapazarı’nın yerli ailelerinden olan ve Abasızlar yahut Abasızzadeler diye bilinen bir aileden gelir.
Babası, memuriyet ve ticaret yapmış, bir ara Adapazarı belediye başkanlığında da bulunmuş (1922),
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde çalışarak İstiklâl Madalyası sahibi olmuş Mehmed Faik Bey’dir. Anne-
si, yine Adapazarı’nın ileri gelenlerinden, geniş arazi sahibi Hacı Rıza Bey’in kızı Makbule Hanım’dır.
Gelir seviyesi oldukça iyi bir aile ortamında mutlu bir çocukluk hayatı yaşayan Sait Faik disipline
sığmayan mizacı, biraz da şartların zorlaması yüzünden düzenli bir öğretim göremedi. Yabancı dille
eğitim veren özel bir okul olan Rehber-i Terakki’den mezun olduktan sonra Adapazarı İdadisi’ne kay-
doldu. Ancak araya giren harp ve işgal yılları bu öğrenimini aksattı. Savaştan sonra babasının ticarî
faaliyeti için ailenin İstanbul’a gitmesi üzerine (1924) o da bir süre İstanbul Lisesi’nde öğrenci oldu;
bu defa da aldığı bir disiplin cezasıyla mecburen Bursa Lisesi’ne naklolundu (1925). 1928’de bu lise-
den mezun oldu. Aynı yıl Darülfünun Edebiyat Fakültesine kaydolduysa da yine avare bir öğrencilik
hayatı geçirdiğinden babasının isteğiyle öğrenimine Avrupa’da devam etmesi gündeme geldi. Böylece
Fransa’da, Grenoble şehrinde önce bir lisede daha sonra yine Grenoble Üniversitesi’nin Edebiyat Fa-
kültesinde dört yıl okudu (1930-1934). Bu arada Fransa ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerini gezdi. Kendisi
öğrenim yerine başıboş bir bohem hayatı yaşamayı tercih etti. Bu hayat ona, hikâyelerini zenginleşti-
recek olan bir yığın insan, çevre ve olaylarla karşılaşma fırsatı verdi.
(…)
Sait Faik edebiyattaki asıl şöhretini hikâye alanında yapar. Türk hikâyeciliğinin Ömer Seyfettin’den
sonraki ikinci önemli merhalesi onun açtığı çığırla gelişmiştir. Henüz lise yıllarında ilk hikâye dene-
melerine başladığı bilinen Sait Faik’in yirmi yaşlarında iken yazdığı “İpekli Mendil” hikâyesi daha son-
ra Varlık dergisinde çıkmıştır (15 Nisan 1934). Yayınlanan ilk hikâyesi ise “Uçurtmalar”dır (Milliyet,
9 Aralık 1929). Bu tarihten sonra gittikçe süratlenen bir tempo ile kendisini hemen tamamen hikâye
yazmaya vermiştir. İlk hikâyelerinde, Maupassant tarzında ve kendi döneminde şöhretlerini devam
ettiren Ömer Seyfettin, Refik Halit, Reşat Nuri gibi yazarların etkisinde kalan Sait Faik, Fransa’da iken,
özellikle döndükten sonra yazdığı hikâyelerle, giderek kendine mahsus dili ve orijinal yapısıyla şah-
siyetini bulmuştur. Bu tarihten sonraki hikâyeleriyle Türk hikâyeciliğinde Ömer Seyfettin’den sonra
ikinci önemli isim olduğu hemen bütün tenkitçiler tarafından kabul edilmiştir. Daha ilk hikâye kitabı
olan Semaver’den (1936) itibaren tenkitçilerin olumlu-olumsuz değerlendirmeleriyle dikkatleri çeken
yazar bunu takip eden Sarnıç (1939) ve Şahmerdan (1940) kitaplarındaki hikâyelerle sanatının ilk
tecrübe dönemini de aşmış olur. Bu üç kitabından ilkinde döneminin modası olan toplumcu-gerçekçi
akımına kapılmış görünürken daha sonra gittikçe ferdî meseleleri konu edinir. Günlük yaşayışındaki
gözlem ve tecrübelerine dayandığı izlenimini veren bu hikâyelerde hemen daima hayatın ve şartların
bütün zorluklarına ve talihsizliklere rağmen yaşamaya severek katlanmayı kabul eden küçük insanları
işlemiş, bunların yaşantılarını ve çok defa kısa zaman parçaları içindeki gözlemlerini konu edinmiştir.
Bu hikâyeler okuyucu üzerinde, zorlanmadan, herhangi bir modaya veya akıma kapılmadan yazıldığı
izlenimini bırakır. Esasen hikâyelerini belli bir ideolojiye bağlanmadan çok defa gözlemlerine dayana-
rak, içinden geldiği gibi ve içten doğan bir arzuyla kaleme aldığını kendisi de birkaç defa söylemiştir.
Orhan Okay
Büyük Türk Klasikleri C 14, Ötüken-Söğüt Yayıncılık, İstanbul, 2002.
289