Page 20 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | Çalışma Defteri-8
P. 20
Beceri Temelli-I
Aşağıdaki metni okuyarak soruları cevaplayınız. ( Alıntılanan metnin aslına sadık kalınmıştır. )
PARİS
Şimdiye değin çok sözünü ettiğim için, dış ülkelerde en çok sevdiğim kentin Paris olduğu anlaşılmıştır herhâl-
de. Sâdece benim duyduğum bir sevgi değildir bu. Avrupa'ya gidenlerin çoğu, kimi zaman tamamıyla saçma
nedenlerden ötürü, Paris sevgimi paylaşırlar. Kültürsüzler, eğlence merkezlerinden, lüks mağazalarından, şık
ve güzel kadınlarından ötürü Paris'e ayılıp bayılırlar. Kültürlüler de, müzelerinden, sanat galerilerinden, kon-
ser salonlarından ötürü bu kente hayrandırlar. Oysa, bunlardan hiçbiri olmasa, Paris gene Paris olurdu. Çünkü
Paris'in gerçek büyüsü sokaklarındadır. "Büyü" sözcüğünü çok bilinçli olarak kullandım. Nedeni de, bu kentin
sokaklarında açık seçik açıklayamayacağım gizemli bir çekicilik bulunmasıdır. Bugüne değin gördüğüm hiçbir
sokakta Mouffetard'm ya da Contrescarpe'ın büyülü havasını bulamadım.
"Paris sokakları" derken, kentin bütün sokaklarından söz ettiğim sanılmasın. Bunları, bıkmadan usanmadan
sabahtan akşama kadar Paris'te yürüyen arkadaşım Müntekim Ökmen bilir ancak. Onunla aynı günlerde ora-
da bulunduğumuz zaman, bana rehberlik eder; ayak basmadığım mahallelerde, inanılmaz güzellikte köşeler,
küçük parklar, evler gösterirdi. Bense, sâdece Seine'in sol kıyısında, Quartier Lâtin'de, Montparnasse'ta, neh-
rin rıhtımlarında, ile de la Cite'de, ile St.- Louis ve köprülerde gezerdim. Sivri burnuyla nehre uzanan ile de la
Cite'yi, üstündeki o eşsiz katedrali taşıyarak, yelken açmış giden görkemli bir gemiye benzetirdim.
(…)
Paris'te yalnız Seine ve rıhtımları değil, kanallar da güzeldir. Örneğin St.-Martin Kanalı, irili ufaklı teknelerle
doludur. Kıyısındaki çocuk bahçesinde kurulan küçük korsan gemisine, yalnız çocuklar değil, ben de bayıldım.
Yaşımdan başımdan utanmasam, onlarla birlikte ben de binecektim o gemiye. Kanalın kıyısında çok hoşuma
giden başka bir şey de, Parislilerin sinema sanatına vefasını kanıtlayan Hotel du Nord tabelâsı oldu. Otelin
çoktan yıkıldığı belliydi. Ama Marcel Carne'nin 1938'de çevirdiği filmin anısına, aynı yerde bir tuğla duvar
örülmüş; bu duvara Hotel du Nord tabelâsı asılmıştı. Aradan yarım yüzyıldan fazla geçtiği halde, o filmde,
özellikle Arletti ile Louis Jouvet'nin, seyircileri nasıl büyülediklerini hâlâ unutamam.
Paris'in metro istasyonları her zaman canlı ve ilginçtir. Hele gece yarısına doğru büsbütün renklenirler. Pa-
çavralara sarılıyaşlı evsiz barksızlar, yerlere ya da banklara uzanıp uyurlar. Kimileri, tencerelerini küçük gaz
tüplerinin üstüne koyup yemek pişirir. Tamtamdan tutun da duygusal Fransız şarkılarına kadar her türlü ses
duyulur. Tek duyulmayan şey klâsik müziktir. Ama günün birinde onu da duydum: Bir de baktım, ayakta dur-
muş, önünde nota sehpası, kemanıyla Mozart çalan genç bir kız. İşte o kızı hiç unutamıyorum. Orada müzik
yapan saçlı sakallı gençlere, hippi kılıklı kadınlara hiç mi hiç benzemiyordu. Bambaşka bir çevreden geldiği
besbelliydi. Gri bir tayyör, beyaz bir gömlek giymiş, güzel saçlarını alçak bir topuzla ensesinde toplamıştı.
Utana utana eğildim, önündeki boş çanağa birkaç frank bıraktım. Bir metro istasyonunun gürültüsü orta-
sında; ter ter tepinen tamtamlar, elektrik gitarlı pop şarkıcıları, hokkabazlar, cambazlar arasında değil de,
kültürlü ve kibar ailesinin salonunda keman çalıyordu sanki. O solgun yüzlü incecik kızın, o salondan bu metro
istasyonuna, ayakta dimdik durduğuna göre nasıl düştüğünü demeyeceğim, nasıl geldiğini hüzünle düşünüp
dururum hâlâ.
(…)
Mîna Urgan, Bir Dinozorun Gezileri
ORTAÖĞRETİM 20 TDE-10
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ