Page 54 - Defterim TDE 9
P. 54

Askerler onun yaklaşmasını beklediler. İhtiyar, Türklerin yanına yaklaşınca önüne ilk
                           geleni  tutup  öpmeye  başladı.  Gözlerinden  yaşlar  akıyordu.  Hâline  bakanların  hepsi
                           müteessir olmuştu. Biraz heyecanı sükûn bulunca ona sordular:
                           — Kaç yıldır esirsin?
                           — Kırk!
                           — Nerelisin?
                           — Edremitli.
                           — Adın ne?
                           — Kara Memiş.
                           — Kaptan mıydın?
                           — Evet…
                           İhtiyarın etrafındaki askerler birbirine karıştı. Bir çığlıktır koptu. “Beye haber verin! Beye
                           haber verin!” diye bağrışıyorlardı. İhtiyarın kollarına girdiler. Kuş gibi deniz kenarına
                           uçurdular. Bir sandala koydular. Büyük bir kadırgaya çıkardılar. Askerin içinde onun
                           menkıbelerini bilmeyen, şöhretini duymayan yoktu. Biraz güvertede durdu. Sevinçten
                           kırk senedir hasret kaldığı millettaşlarını görmekten şaşırmış, aptallaşmıştı. Ayağına bir
                           çakşır geçirdiler. Sırtına bir kaftan attılar. Başına bir kavuk koydular.
                           — Haydi, beyin yanına! dediler.
                           Kendini kadırgaya getiren askerlerle beraber büyük geminin kıçına doğru yürüdü. Kara
                           palabıyıklı, sırmalı esvabının üzerine demir, çelik zırhlar giymiş iri bir adamın karşısında
                           durdu.
                           — Sen kaptan Kara Memiş misin?
                           — Evet! dedi.
                           — Hızır Aleyhisselam’ın geçtiği yerlerden geçen sen misin?
                           — Benim.
                           — Doğru mu söylüyorsun?
                           — Ne yalan söyleyeceğim?
                           — Aç bakayım sağ kolunu.
                           İhtiyar, kaftanın altından kolunu çıkardı. Sıvadı. Beye uzattı. Pazusunda haç şeklinde
                           derin bir yara izi vardı. Bu yarayı, gecesi altı ay süren bir adadan karısını kaçırırken
                           almıştı. Bey, ellerine sarıldı. Öpmeye başladı.
                           — Ben senin oğlunum! dedi.
                           — Turgut musun?
                           — Evet…
                           İhtiyar esir sevincinden bayılmıştı. Kendine gelince oğlu, ona:
                           — Ben karaya cenk için çıkıyorum. Sen gemide rahat kal, dedi.
                           Eski kahraman kabul etmedi:
                           — Hayır. Ben de sizinle cenge çıkacağım.
                           — Çok ihtiyarsın baba.
                           — Fakat kalbim kuvvetlidir.
                           — Rahat et! Bizi seyret!
                           — Kırk senedir dövüşe hasretim.
                           Oğlu:
                           — Vurulursun! Vatana hasret gidersin! diye onu gemide bırakmak istedi.
                           Kara Memiş, o vakit birdenbire gençleşmiş bir kaplan gibi doğruldu. Duramıyordu. Kal-
                           kan kılıç istedi. Sonra geminin kıçında sallanan sancağı göstererek:
                           — Şehit olursam bunu üzerime örtün! Vatan al bayrağın dalgalandığı yer değil midir?
                           dedi.
                                                                                        Ömer Seyfettin, Turan Masalları



    52
   49   50   51   52   53   54   55   56   57   58   59