Page 32 - Osmanlıca 11 (Tüm Kitap)
P. 32

30                                                                     1. ÜNİTE


               Okuma Metni-1


                                       DİLLER CANLI BİR  VARLIĞA BENZER
                  Diller canlı bir varlığa benzer. Yaşadıkları coğrafyada hem gelişim hem de başka diller-
               le etkileşim içinde olduklarından kelime alışverişinde bulunur. Ancak o dili konuşup yazan
               insanlar, yabancı dillerden aldıkları kelimeleri, kendi dillerinin ahengi ve dil kurallarıyla
               konuşup yazarlar.

                  Birçok millet, diller arasındaki kelime alışverişini bir zenginlik olarak görmüştür. İn-
               gilizler, “Bahtiyardır o İngilizce ki onda her dilden kelime vardır.” derler.  Bu dil gerçeği
               Osmanlı Türkçesi için de söz konusu olmuş, dilimiz kelime alışverişiyle zenginleşmiştir.
               Dilimize giren Arapça ve Farsça kelimeler halkımızın dilinde Türkçeleşmiş, yeni bir ses
               ve ahenk kazanmıştır. Bu durumu, birçok Arapça ve Farsça asıllı kelimedeki ses deği-
               şikliğinde  görebiliriz.  Arapçada  ‘sahih’  diye  bir söz  vardır. Türk bunu  ‘sâhi’  diye uzatıp
               inceltmiştir. Arapçada ‘sahlab’ diye bir kelime vardır. Türk halk telaffuzu, buna “sâleb (p)”
               demiştir. Arapça ‘na’na’ kelimesinin Türkçede ‘nâne’ telaffuzu da böyledir.
                                                                     Nihad Sami BANARLI, Türkçenin Sırları


               Okuma Metni-2

                                                       KÖŞE
                                        Farsçadan dilimize geçen köşe kelimesine bakalım. Aslı, Acem-
                                      cede gûşe sesiyle söylenirdi. Ancak Türk halkı, kelimeleri manala-
                                      rına göre seslendirmeyi sever.  Gûşe, köşe’nin keskin dönemecini
                                      hiç de belirtemeyen, âdeta yuvarlak sesli bir söz. Sesi ile manası
                                      uyuşamıyor. Bu sebeple halk dili, onu köşe keskinliği içinde Türk-
                                      çeleştirdi. Sonra bu kelime ile bir dil ve mana ailesi vücuda getirdi:
                                        Köşeyi, başla birleştirerek ‘köşe başı’ terkibini söyledi ve ‘baş-
                                      köşe’ diyerek odalarda, salonlarda büyüklere bir yer ayırdı. Onu
                                      ‘kapmak’ mastarıyla birleştirerek ‘köşe kapmak’, ‘köşe kapma-
                                      ca oynamak’ deyimlerini yaptı; çekilmekle kaynaştırıp bir ‘köşeye
               çekilme’sini bildi. Yahut geçmek’le, kurulmak’la anlaştırarak ‘köşeye geçmek’, ‘köşeye
               kurulmak’ deyimlerini buldu.
                  Duvarcılıkta, köşeler için yontulan taşlara ‘köşe taşı’ adını da o vermiştir. Sevdiklerini,
               çocuklarını ‘ciğerimin köşesi’ heyecanıyla yine o sevdi. Sokaklarda ‘köşe başlarındaki’
               boyalara bakarak ‘mavi köşe’, ‘yeşil köşe’ tariflerini buldu.  Bir ‘köşede kalmak’, ‘köşede
               bucakta kalmak’, ‘köşede bucakta aramak’, akşamları eve döndüğünde rahat ettiği ev bu-
               cağına ‘benim köşem’ diyerek ısınmak; bir yazarsa gazetesinin her gün kendi köşesinde
               yazmak; bir büyük hükümdara, ‘Dünyanın her köşesinde senin adın var!’ diye seslenmek
               hoşuna gitti.
                  Merdiven kelimesi eski edebiyatımızda önce ‘nerdbân’ şekliyle işlenmiş, sonra Türk
               söyleyişi ona ‘nerdüban’ ahengini vermişti. Aynı kelime zamanla ‘merdüvan’ ve ‘merdü-
               ven’ sesini almış, nihayet ‘merdiven’ güzelliğiyle Türkçeleşmiştir.  Türkçede ‘kırkına mer-
               diven dayamak’ gibi mecazi manalar da kazanmıştır.
                  Türk milleti, Acem dilindeki ‘câme-şûy’ kelimesini almış, ‘çamaşır’ demiş; ‘şüban’ ke-
               limesini  almış,  ‘çoban’  demiş; ‘çehar-şenbih’e  ‘çarşamba’,  ‘penc-şenbih’e ‘perşembe’
               demiş; hatta ‘çarşamba pazarı’, ‘çarşambanın gelişi’, ‘dokuz ayın son çarşambası’ gibi
               deyimler icat etmiştir.
                                                                     Nihad Sami BANARLI, Türkçenin Sırları
                                                                                       (Düzenlenmiştir.)
   27   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37