Page 3 - Türk Dili ve Edebiyatı 9 | 2.Ünite
P. 3
Hikâye
ZİNCİR
İşsiz, güçsüz kaldığım gurbet ellerinde köşe pencerem, kendimce Abdülhak
1. Metin Hamid'in "Kürsü-i temaşa"sı yerine geçerdi.
Yabancı memleketlerde bir kasabaya sokulup uzun müddet yaşamaktaki
azabın ne olduğunu bilir misiniz? Beş on gün çarşı sokak gezdikten sonra, ta-
nıdık çehre, alışabileceğiniz yer bulamamaktan bezer, odanıza girer, yalnızlığın
içine sinersiniz.
Çam dallarında sallanan bir tırtıl torbası gibi kafanızın içi mütemadiyen,
gece gündüz kıvrılıp bükülen soğuk temaslı düşüncelerle dolu, hareketli, ağır, yüklüdür.
Can sıkıntısının bir sesi vardır; bunu ancak, böyle bir zamanda, o gurbet odasında duyarsınız: Eski
mobilyaların tahtalarını dişleyen gizli kurtların biteviye çıkardığı kemirici, işleyici ses... Birden eskiyi-
veren gönlünüzde bu kurdu ve bu sesi işitirsiniz ve oyduğu delikten incecik tozların içinize biriktiğini
duyarsınız.
Şayet iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek mümkündür.
Ben çökmemek için köşe penceresinden ayrılmazdım; köşe penceresinden dünyayı seyrederdim.
Köşe penceresinden seyretmek insana mübalağalı bir fikir gibi görünür. Bir pencere, nihayet bir
sokağı, birkaç sokağı görebilir. Bir sokak ise dünyanın kaç milyarda biridir?
Fakat böyle düşünmemeli: Büyük Okyanus'tan aldığınız bir bardak su, o geniş denizin tirilyonda
biri değildir; ama bütün o ummanda mevcut unsurların bu minimini kadehte tam bir terkibi mev-
cuttur. Hatta kadehe de lüzum yok... Bir damlası bile deniz hakkında bize ilmi bir fikir vermeye yetişir.
Başka cihetten düşünülürse, Okyanus'u bir bardak veya kaşık içinde daha fenni, daha sahici ola-
rak görebiliriz: Azı ve ufağı incelemek elbette çoğu ve büyüğü tetkikten kolaydır; kolay ve doğrudur.
Köşe penceresini, işte, ben, bu itibarla insan çevresinin bir damlası üstüne çevrilmiş bir mikroskop
camı sayarım. Baktığınızı sanki büyütür. Rasathaneler nasıl gökleri ve yıldızları temaşa için havaya
uzanmış birer fen gözü ise köşe pencereleri de yeri ve yerde yaşayanları seyre yarar, zemine eğilmiş
birer tecrübe gözlüğüdür.
Onun içindir ki, penceremden sokağa kendimize bakmayı, göğe dalıp kalmaya tercih ederim. Bu
basit teleskobun önüne geçip insanlarla hayvanları tetkik en hoşlandığım eğlencelerin başında gelir.
Karşıdaki komşum yabancı subayın buldok cinsi bir köpeği vardı. İri kafalı, koca enseli, iki dişi
daima meydanda, yanakları kof ve sarkık, burnu çökük, aksi bir köpek... Bana buldok suratı; bütün
dişleri söküldükten sonra acemi bir dişçiye tam takım diş yaptırıp da çene kemikleri çökerek çehresi
tanınmayacak şekle giren eski somurtkan (...) tiplerini hatırlatır.
Buldok, değişiklik olsun diye, sanki asıl yüzüne korkunç, gamlı, bedbin bir karnaval maskesi ge-
çirmiş bir köpektir. Dikkat ederim, bu iğreti kara suratı düşürmemek ister gibi boynunu dimdik tutar.
Komşunun buldoğu suratına, gördüğüm maskelerin en sertini, en titiz gösterişlisini asmıştı. Dün-
yaya parçalanıp yok edilecek lüzumsuz, zararlı, iğrenç bir şeymiş gibi kin ile, anarşist gözü ile bakı-
yordu.
Günde iki kere Senegalli izbandut bir nefer (...) onu zincirinden sıkı sıkı tutup hava aldırmaya
çıkarıyordu.
Fakat ne zorlukla... O köpek, koskoca, simsiyah adamı, adeta, iri şilepleri çekip götüren römorkör-
ler gibi sürüklüyordu.
41