Page 3 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 6.Ünite
P. 3
Roman
YABAN
Sakarya Savaşı’ndan sonra düşman orduları; Haymana, Mihalıççık ve Siv-
1. Metin rihisar yörelerini yakıp yıkarak harap eder. Bu olay üzerine Garp Cephesi Ku-
mandanlığı felaketin yaşandığı yerleri inceletmek üzere o yörelere Tetkik-i
Mezalim Heyeti’ni gönderir. Heyet araştırmalar esnasında, yıkıntılar arasında
kenarları yanmış bir defter bulur. Bu defter, romanın başkahramanı Ahmet
Celâl’e aittir ve onun köyde yaşadıklarını anlattığı yazılarından oluşmaktadır.
Roman, Ahmet Celâl’in bu defterindeki anıları biçiminde kurgulanmıştır.
Bir paşanın oğlu olan Ahmet Celâl, I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybeder; bu nedenle henüz
otuz beşine girmeden bütün yaşam sevincinin tükendiğini hisseder. Savaşın bitiminde İstanbul’un
düşman işgaline uğramasından sonra emir eri Mehmet Ali’nin davetine uyarak onun Orta Ana-
dolu’da Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne yerleşir. Ahmet Celâl, köylülerle kaynaşmak ister ancak
köylüler onu kendileriyle hiçbir ortak yanı olmayan bir yaban olarak görür; onunla aralarına hep
mesafe koyarlar.
Aşağıdaki parçada Ahmet Celâl’in, emir eri Mehmet Ali’nin köyüne yerleşmesi ve sonrasında
köylülerle Millî Mücadele üzerine yaptığı bir konuşma anlatılmaktadır.
(...)
Buraya, bir akşamüstü, alacakaranlıkta geldikti. Mehmet Ali arabanın içinden kolunu dışarıya
uzatıp:
— Aha bizim köy...
diye bağırdığı vakit, bir süre, boş yere etrafı araştırdım, hiçbir şey görmedimdi. Neden sonra, Meh-
met Ali’nin işaret ettiği tarafta bir karaltı seçer gibi olmuştum. Tek bir ışık yoktu. Yalnız uzaktan uzağa
köpekler havlıyordu. Bu sesler, ıssız Anadolu ovalarının ortasında, tek yaşantı belirtisidir. Biraz daha
sonra saman ve tezek kokuları duyacaktım. İşte, duymağa başlamıştım.
Mehmet Ali, artık benimle konuşmuyor. Yarı belinden öte, arabadan sarkmış, köye doğru uzanı-
yor. Sakın köye girdikten sonra beni büsbütün unutmasın! Şimdiden, içimde ona karşı bir güceniklik
peyda oluyor. Onu, köyünden kıskanır gibi idim. Daha doğrusu, dört yıllık bir ayrılıktan sonra köyüne
kavuşan bu erin yanında kendimi fazla buluyordum. Buraya ne yapmaya geldim? Kendi kendimi gur-
bet iline sürmekten maksadım nedir?
Gurbet ili mi? Henüz hiçbir düşman ayağının basmadığı bu arı vatan toprakları bir gurbet ili mi?
Ne kadar inkar edecek olsam gene bu hissimi saklayamayacağım: Mehmet Ali’nin köyüne yaklaştıkça
bir şeyden, aziz bir şeyden ayrıldığımı sezinliyordum. Yüreğime bir ağırlık çöküyordu.
Arkamda ne bırakmıştım ki böyle hüzünleniyordum? Bir yurt mu? Bir ana mı? Bir sevgili mi? Hayır,
hiçbir şey, hiç kimse.
Bütün kaybettiğim şeyleri burada bulmağa geliyorum.
Araba, bir taşa çarpmış gibi sarsılarak durdu. Mehmet Ali bana hiçbir söz söylemeden, aşağıya at-
ladı. Karanlık içinde kaybolup gitti. Ben, bu dakikadan itibaren iradesi başkaları nın iradesine tâbi bir
adamdım. Arabanın içinde büzülmüş oturuyordum. Bavullarımın, çantalarımın arasında, ben de bir
bavul, bir çanta gibiydim. Arabacıya, “Geldik mi?” diye sormağa cesaret edemiyordum. Lâkin o bana
sordu:
— Nereye gideceğiz?
— Bilmem. Arkadaşımı bekleyelim.
Nihayet, Mehmet Ali geldi. Yanında, bir metre yirmi santim boyunda bir gölge ile. Mehmet Ali ve
157