Page 6 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 6.Ünite
P. 6
6. Ünite
Bu gibi iddialarımı yalnız Mehmet Ali tasdik eder görünür. Lâkin, pisliğin köylülükten o kadar ayrıl-
maz bir vasıf olduğuna kanidir ki, bununla uğraşmaya hiç istek göstermez.
Zaten, buraya geldiğimiz günden beri, Mehmet Ali, benim hükmümden büsbütün sıyrılmış, tama-
mıyla asker olmazdan önceki haline dönmüştür.
Dünkü neferimin hüviyetinde müşahade ettiğim bu geriye doğru gelişme, ilk zamanlar, beni çok
hayrete düşürüyordu. Sonra, ben de, yavaş yavaş köylüleşmeye başlayınca, bu olayı, çevrenin kişi
üzerindeki etkisine vermekte güçlük çekmedim.
Talim, terbiye, iyi örnek, bunların hepsi geçici şeylerdir. Ve çevre değiştirmedikçe, insanın değiş-
mesine imkan yoktur. Bu küçük mülahazadan, Türkiye’deki yenilik ve garpçılık hareketlerinin, neden
başarısızlığa uğradığı sorununa kadar çıkabiliriz.
Fakat ben, buraya yalnız düşman zulmünden masun kalmağa gelmedim. Kendi kafamın cevrin-
den kurtulmak için de geldim.
Düşünmek; insanların, mağara devrindeki gibi henüz birtakım toprak ve taş kovukları içinde yaşa-
dığı ve hayvanlarla haşır neşir olduğu bu yerde düşünmek, bana bir ayıp gibi geliyor.
Bazı, köylülerle konuşurken soyut bir fikrin ortasında dilim tutulup kalıveriyorum.
Bir gün, bir öğle üstü idi. Kahvenin çardağı altında oturuyorduk. Bizim Mehmet Ali, Bekir Çavuş,
Salih Ağa ve Muhtar, hep orada idiler. Bahis, harp üzerine ve onun akıbetlerine dairdi. Onlara, İstan-
bul’un dört devletin askeri işgali altında olduğunu, İzmir’in ta Bursa’ya kadar Yunanlılar tarafından
istila edildiğini, Adana’dan henüz Fransızların el çekmediğini, Urfa’da, Antep’te kanlı olaylar cereyan
etmekte olduğunu haber veriyor ve her birinin yüzüne ayrı bir dikkatle bakıyordum. Hiçbirinde ne
hayret, ne dehşet ne de alelâde bir alâka izine tesadüf etmedim. Ateşin içinden henüz çıkmış olan
Mehmet Ali bile artık bunları geçmiş zamana ait bir masal gibi dinliyordu.
(...) Tam bu sırada bir de baktım ki, muhtar uyukluyor. Mehmet Ali elindeki çakı ile bir söğüt dalını
yontuyor. Salih Ağa, ta uzakta yamaçta, otlayan davarlarını gözetliyor. Yalnız, Bekir Çavuş biraz dikkat
eder gibi göründü:
— Efendi, tekrar savaş olacak mı? dedi.
— Olmaktadır, dedim. İşitmediniz mi? Mustafa Kemal isminde bir büyük adam, bir büyük kuman-
dan, İstanbul’dan çıktı, Anadolu’ya geçti. Erzurum’da, Sivas’ta, milleti başına topladı. “Hükümet, dev-
let görevini yapmıyor. Biz kendi kendimizi koruyacağız. Düşmana karşı koyacağız,” dedi. Şimdi, onun
adamları taraf taraf Yunanlılarla, Fransızlarla döğüşüyor. Hepsi öyle kahraman kişiler ki...
Ve destanî kıssalarla onları heyecana getirmeğe çalıştım. Çanakkale’de bulunmuş olan Mehmet
Ali, Mustafa Kemal adını hatırlıyor. Ona göz ucuyla baktım. Başını yonttuğu söğüt dalından kaldırdı.
Benden tarafa döndü:
— Beyim, Allah vere de, bizi tekrar askere almasalar, dedi.
Bu, benim köydeki en hüzünlü günüm oldu.
(...)
Romanın ilerleyen bölümlerinde Ahmet Celâl’in köylülerle hep olumsuz seyreden ilişkileri an-
latılır. Ahmet Celâl; bir aydın olarak köylülere vatanın içinde bulunduğu durumu, İstanbul’un ve
pek çok Anadolu şehrinin düşman işgali altında olduğunu, işgal edilen topraklarda düşmanın
halka yaptığı zulümleri anlatır. Onlara düşmanın gittikçe kendilerine de yaklaştığını, kendilerinin
de büyük bir felaketle karşı karşıya olduğunu söyler. Anadolu’da düşmana karşı vatanı kurtar-
mak için Mustafa Kemal’in önderliğinde başlatılan Millî Mücadele’den söz eder. Ancak onun bu
anlattıkları köylüler üzerinde beklediği etkiyi oluşturmaz. Onlar hiçbir şey olmamış gibi kendi
günlük yaşamlarını sürdürürler. Köylülerden umudunu kesen Ahmet Celâl, komşu köyde hala-
160