Page 6 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 | 4.Ünite
P. 6
4 ÜNİTE
Meşrutiyet günlerinde İttihat ve Terakki iktidara gelir. Adnan, İstanbul’a dönmüştür. Adnan; Sakal-
lı Vasfi’yi, kendisini saraya ihbar eden kişiyi, İttihat Terakkicilerin arasında görünce gözlerine inana-
maz. Her şey hızlıca değişmektedir. Belkıs’ın Erkan-ı Harp Müşiri olan babası, ifadesi alındıktan son-
ra sürgüne gönderilir.
Belkıs ve ailesi zor günler geçirmektedirler. Hacizler, evlerinin satılışı gibi olayların ardından Bel-
kıs, kocasından boşanır. Adnan ise hâlâ Belkıs’a âşıktır.
İttihat ve Terakki’nin İstanbul’daki önemli adamlarından olan Adnan, avukatlığa başlamıştır ve her
geçen gün zenginleşmektedir.
Aşağıda; romanın İttihat ve Terakki’nin iktidarda olduğu dönemde Adnan’ın nasıl değiştiğini
anlatan bölümünü okuyacaksınız.
Adnan, Beyoğlu’ndaki bu meşhur terziyi az daha öpecekti: Bu zamana kadar kendini dümdüz sa-
nıyordu; meğer beli varmış!.. Meğer ceketin iki yakası da insanın yanağını iki taraftan aşağıya çeken
iki muzip değilmiş!.. Fakat biraz mahzundu: Her ceketin başka bir kravatı olduğunu Meşrutiyet’in ila-
nından sonra öğreniyordu. Terzi “Kravat görünmemelidir” deyince Adnan, göğsünden utandı. Yeşil
boyunbağını boynundan çıkarırken eski tarih hocasının bir parçasından daha kurtuldu; rahat nefes
aldı. Aynadaki adamdan ayrılamıyordu. Eski elbisesinin kabuğundan kurtulan adam sevimli bir hı-
şıltı ile giydiği ipek astarlı ceketin içinde yürürken gövdesi hiçbir yere değmeyerek yuvarlanıyordu.
Pantolon boru gibi durmuyor, bir uzviyetin asabi çizgileriyle sarkıyordu. Ve bu pantolonun üstünde
vücudu çiçek sepeti gibi hafif hafif uçuyor, görünmeyen kravatın tepesinde çehresi matlaşıyordu.
Terziden çıktığı zaman nikbindi; Epiktetos gibi, “İnsan isterse, karga bile fal-i hayırdır!” ve Spinoza
gibi “Muvaffak olduğum için memnun değilim; memnun olduğum için muvaffakım!” diyordu.
Artık her gün bir parça daha zengin oluyordu. Dahiliye Nazırı’yla köprüye beraber indikleri her
gün Adnan’ın Eminönü’ndeki yazıhanesine birkaç kocaman dava geliyordu: Saray kadar, çiftlik kadar,
memleket kadar büyük davalar. Salonunda bilardo, parkında tenis oynayacak kadar ucu bucağı gö-
rünmeyen davalar.. Fakat o, temiz avukattı. Ona Ceza Kanunu’nun bir tek kelimesini en usta hâkim
tatbik edemezdi. Yalnız insanlar kıskançtılar. “Servetinin kendisi değil, miktarı cürümdür!” diyorlar-
dı. Halbuki bu temiz adamın günahı yoktu: Memleketin havasında her işi onun yazıhanesine atan
bir rüzgâr vardı. Her büyük dava mutlaka Adnan’ın yazıhanesinden geçecekti; bu bir “tabiat-ı eşya”
idi. Ve bu acayip “tabiat-ı eşya” Adnan’ı her saat zengin ediyordu. Paranın sağındaki sıfırlar terliyor
gibi, bir uzviyet vakasının tabiliğiyle artıyordu. Bu memleket bilmiyordu: Servetin zaman ölçüsü, Av-
rupa’da dakikaydı; Şarkta bütün bir ömür! Avrupa’da avukat bir mektupla, bir telgrafla, bir lakırdıyla
beş dakikada zengin olan adam demekti. Bizde ihtiyarlamadan zengin olanı dağdan şehre inmiş kurt
gibi taşlıyorlardı.
Avukat Tevfik Hoca, Adnan’ın zengin olduğunu duyunca, onu da kendi gibi namussuz sandı, geldi,
ortaklık teklif etti.
152