Page 113 - Sosyal Bilimler Liseleri Oku-Yorum Yazı-Yorum Projesi Öğrenci Seçkisi
P. 113

ÖLÜM VE SONRASI


               Ölümü nasıl tabir edebiliriz? Hiçlik, son, bitiş veya bir başlangıç. Ölüm anlayışımız veya onu tabir
        etme şeklimiz mantığımıza ve dini inancımıza göre  şekillenir. Yani hiçbir kesinleşmiş ifade kullanamayız.
        Geri dönüşü olmayan bir yolculukla ilgili tahminden başka hiçbir yorum yapamayız. Yapsak dahi bunu ken-
        dimize bile kanıtlayamazken nasıl başka insanların bunu kabul etmesini bekleyebiliriz ki. Sanırım ikileme
        düştüğümüz en büyük sorulardan biri. Her insanın ömrünün önemli veya basit noktalarında aklına gelen
        ölümden sonra ne var sorusunu yanıtlamanın en kolay yolu bunu deneyimlemekten geçiyor sanırım. Ama
        beni deli gibi sinirlendiren bir durum var, bu deneyiminizi kaydedecek bir bilince sahip olsanız bile hiç bir
        kişiye bunu aktaramayacak olmanız. Hiç kimsenin sizi duymaması. Peki ya öldükten sonra siz her şeyi du-
        yuyor olsanız? Nasıl olurdu hiç düşündünüz mü? Sizin hakkınızda söylenen her şey, isminiz geçmese bile
        size ithaf edilen her bir sözcük, her bir cümle. Zamanın bile aktığından emin olamadığınız bir boşlukta her
        düşünce ve sarf edilen sözcüğü duymak, arkanızdan çekilen her acı dolu iç çekişi kendi zihninizin derinlik-
        lerinde hissetmek, her saniye her o duyguyu tatmak canınızı çok yakmaz mıydı? Ebediyen ölmek istemez
        miydiniz? Nasıl katlanabilirdiniz bunca şeye, acıya, nefret söylemine, kıskançlığa; hepsi sizin hakkınızda
        olan bunca anı ve düşünceye? Nasıl katlanabilirdiniz?


               Tanıdığınız tanımadığınız tüm insanlar nasıl cüret edebilirdi bunca düşünceyi akıllarından bile ge-
        çirmeye? Haksızlık olmaz mıydı? Belki önceden hissettiğiniz o dünyada kimse hakkında kötü bir düşünce
        bile geçirmemek için kendimizi tutan bir insanken, başkaları sizin hakkınızda emin bile olamadıkları şeyler
        hakkında konuşacaktı. Tabi bunu yaşamadan nasıl anlayabilirsiniz ki? Bunu anlamanızı acıma ortak olmanı-
        zı beklemek bencillik olurdu. Ama müsaade edin, zihnimden dökülen her kendini anlatmaktan aciz kalan
        düşünceyi sizler için yeniden sarf edeyim.

               Hiçbir şey hissetmiyorken var olduğunuzu nasıl anlarsınız? Zihnen var olduğunuz halde hiç bir fizik-
        sel dürtü hissetmediğinizi düşünün. Sadece varlığın beraberinde getirdiği kulağınızdaki o uğultunun bile
        gittiği, hiçbir şeye dokunamadığınız, hayattayken varlığına alıştığınız narin bedenin bile hiç bir kırıntısını
        hissedemediğiniz bir gerçeklik düşünün. O kadar boşluktasınız ki hayatınız boyunca yaşayamayacağınız bir
        yalnızlığı asla bitmeyecekmişçesine yaşadığınızda aklınızdan geçenler bile tabir edemediğiniz o karanlıkta
        kaybolup gidiyor. Ama zihninizi topladığınızda - ki zamanın bile aktığından emin olmadığınız bir yerde ne
        kadar zaman sonra bu durumu kabul edebilir hatta anlayabilirsiniz ki.- aklınıza dolan tüm o yabancı sesler
        ve tınısı bile olmayan ama hissettiğiniz tüm o düşünceler her saniye artarak ruhunuza akın ediyor. Ruhu-
        nuz bunun baskısı altında kıvranırken, bir düşünce dikkatinizi çekiyor, çünkü sizi tasvir eden isminiz acı ile
        yâd ediliyor, sizi seven insanlar duymanızı umut edercesine isminizi haykırırken, size kin ve öfke besleyen
        aciz bedenler arkanızdan fısıltılarını ruhunuza kazıyor ve fark ediyorsunuz ki tüm bu söylenen ve düşünü-
        len ifadeler, cümleler, hisler sadece sizin için. Hepsi size farkında bile olmadan armağan ediliyor. Bazılarını
        fısıltı gibi hissetmekle hissetmemek arasında giderken bazısı ise tüm zihninizde yankılanıyor. Belki özlem,
        sevinç, uğurlama veya asla istemediğiniz öfke, kıskançlık ve acı ile size ulaşıyor.

               Öldüğünüzü anlıyorsunuz. Ömrünüz boyunca bildiğiniz tek dünyadan ayrıldığınızı, bedeninizin bir
        mezarda çürüdüğünü ve belki de şu anda hissettiğiniz her şeyin nerede olduğunu bilmediğiniz ruhunuzda
        geçtiğini anlıyorsunuz.


               Mezardaki toprağın soğuk ve ıslak yapısını hissetmiyor, morgdaki o iniltileri duymuyorsunuz. Ne-
        rede olduğunuzu bile bilmiyorken başkalarının düşüncelerini duymaya ve hissetmeye başlıyorsunuz. O
        kadar üstünüze geliyor ki bunların hepsi en sonunda sanki tüm bu sesleri ve düşünceleri duymanızı en-
        gelleyebilecekmiş gibi kulaklarını kapatmak istiyorsunuz ama ne hareket ettirebileceğiniz bir eliniz ne de

                                                                                                          111
   108   109   110   111   112   113   114   115   116   117   118