Page 395 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 395

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10          192

             5.ÜNİTE > Roman  Kazanım A.2.8: Metinde anlatıcı ve bakış açısının işlevini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                        Yazarın Çocukluğu                              25 dk.
             Amacı      Öyküleyici metinlerde anlatıcının özellikleri ile hangi bakış açısının kullanıldığını belirleyebilmek.  Bireysel

              Yönerge  Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
                                                     Çocukluk
             (…)
             Anneciğim konuk odasında oturmuş çayı demliyordu; bir eliyle demliği, diğeriyle de semaverin mus-
             luğunu tutuyordu. Musluktan akan su demliğin üzerinden tepsiye dökülüyordu. Ama dikkatle baktığı
             halde bunun farkına varmadığı gibi, bizim içeri girdiğimizi de fark etmiyordu.
             Sevdiğin bir varlığın hatlarını hayalinde canlandırmaya çalıştığında geçmişten o kadar anı belirir ki, bu
             anıları, gözyaşları arasındaymış gibi bulanık görürsün. Bunlar hayalgücünün gözyaşlarıdır. Annemi o
             zamanki haliyle anımsamaya çalıştığımda her zaman iyiliği ve sevgiyi, yalnızca iyiliği ve sevgiyi ifade
             eden kahverengi gözleri, boynunda, kısa saçlarının kıvrıldığı yerin biraz altındaki beni, işli, küçük,
             beyaz yakası, beni sık sık okşayan, benim de sık sık öptüğüm zayıf, şefkatli eli gelir gözümün önüne;
             ama genel görüntüsü kayarak uzaklaşır benden.
             Kanepenin solunda eski bir İngiliz piyanosu vardı; piyanonun önünde esmer kız kardeşim Lyuboçka
             oturmuş, biraz önce buz gibi suyla yıkanmış pembe parmaklarıyla Clementi’nin etütlerini gözle gö-
             rülür bir gerginlik içinde çalıyordu. Lyuboçka on bir yaşındaydı; üstünde kısa, ten bir elbise, paçaları
             dantelli beyaz bir pantolon vardı ve oktavları, ancak arpeggio biçiminde çalabiliyordu. Yanında Marya
             İvanovna, başında pembe kurdeleli başlığı, sırtında mavi elbisesi ve Karl İvanoviç’in içeri girmesiyle
             birlikte daha da sertleşen kıpkırmızı, öfkeli yüzüyle yarı dönük olarak oturuyordu.
             (…)
             Annemin zaten güzel olan yüzü gülümsediği zaman kıyaslanmayacak derecede güzelleşir, çevresindeki
             her şey sanki neşe dolardı. Yaşamımın en zor anlarında bu gülümsemeyi bir an olsun görebilseydim
             üzüntü nedir bilmezdim. Bence yüz güzelliği denilen şey yalnızca gülümsemedir: Gülümseme yüze
             güzellik katıyorsa o yüz çok güzeldir; gülümseme yüzü değiştiriyorsa o yüz sıradan bir yüzdür; gülüm-
             seme yüzü bozuyorsa o zaman bu çirkin bir yüzdür.
             Maman bana günaydın dedikten sonra başımı ellerinin arasına alıp geriye doğru itti ve dikkatle yüzü-
             me bakarak:
             – Ağladın mı sen bugün? dedi.
             Yanıt vermiyordum. Gözlerimden öptü ve Almanca:
             – Niçin ağladın? diye sordu.
             Bizimle arkadaşça konuştuğu zamanlar çok iyi bildiği bu dili kullanırdı.
             Uydurduğum düşü tüm ayrıntılarıyla anımsayarak ve bu düşünce aklıma gelince elimde olmadan tit-
             reyerek:
             – Düşümde ağladım Maman, dedim.
             Karl İvanoviç sözlerimi doğruladı, ama düşle ilgili bir şey söylemedi. Maman hava durumu konusunda
             Mimi’nin de katıldığı konuşmayı biraz daha sürdürdükten sonra uşaklar için tepsiye altı parça şeker
             koydu ve pencerenin önünde duran gergefine gitti.
             – Hadi şimdi babanızın yanına gidin çocuklar, harman yerine gitmeden önce mutlaka bana uğrama-
             sını söyleyin.
             (…)
             Bir daha geri gelmeyecek mutlu çocukluk dönemi! Çocukluk anılarını nasıl sevmez, nasıl üstüne titre-
             mez insan? Bu anılar ruhumu canlandırır, yüceltir ve benim için en güzel zevklerin kaynağıdır.
             Doya doya koşup oynadıktan sonra çay sofrasına, yüksek sandalyeme otururdum; vakit geçmiş, bir
             fincan şekerli sütümü çoktan içmiş olurdum, uykudan gözlerim kapanır, ama yerimden kımıldamaz,
             oturur, dinlerdim. Dinlememek mümkün mü zaten? Maman biriyle konuşurdu, sesi o kadar tatlı, o
             kadar gönül okşayıcıydı ki. Yalnızca bu sesler yüreğime ne çok şey söylerdi!
             (…)
                                                                                 L. N. Tolstoy, Çocukluk
                                                                                                   393
   390   391   392   393   394   395   396   397   398   399   400