Page 583 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 583
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 284
7.ÜNİTE> Anı (Hatıra) Kazanım A.4.13: Yazar ve metin arasındaki ilişkiyi değerlendirir.
Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi Alan Becerileri: Okuma Becerisi, Yazma Becerisi
Etkinlik İsmi Bir Başka Orhan 25 dk.
Amacı Yazar ve metin arasındaki ilişkiyi değerlendirebilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz ve soruları metne göre cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Ben
7 Haziran 1952’de gece yarısından biraz sonra İstanbul’da, Moda’da küçük bir özel hastanede doğmu-
şum. Annem beni ilk gördüğünde benden iki yaş büyük olan ağabeyime göre daha zayıf, daha kırıl-
gan olduğunu düşündü. Aslında ”düşünmüş” demeliydim. Türkçede rüyaları, masalları ve doğrudan
yaşamadığımız şeyleri anlatırken kullandığımız ve benim çok sevdiğim –miş’li geçmiş zaman beşik-
teyken, çocuk arabasındayken ya da ilk defa yürürken yaşadıklarımızı anlatmak için daha uygundur.
Çünkü bu ilk hayat deneyimlerimizi bize yıllar sonra annemiz, babamız anlatır. Biz de bir başkasının
ilk kelimelerini söyleyişini duyar, ilk adımlarını atışını seyreder gibi kendi hikâyemizi dinlemekten
ürpererek zevk alırız.
(…)
Altı ile on altı yaşlarım arasında ağabeyimle sürekli kavga ettik. Yıllar sonra bu kavgaları anneme ve
ağabeyime hatırlattığımda bütün bunlar hiç olmamış da ben her zamanki gibi ilginç bir şeyler ya-
zabilmek için kendime melodramatik bir geçmiş icat ediyormuşum gibi davrandılar bana. Öylesine
içtendiler ki onlara hak verdim ve her zamanki gibi, beni hayatın değil hayallerimin daha çok etkile-
diğini düşündüm. Bir ressam için şeylerin gerçekliği değil biçimi, romancı için olayların sırası değil
düzeni ve hatıra yazarı için de geçmişin doğruluğu değil simetrisi önemlidir. Bu yüzden kendimi
anlatırken İstanbul’u, İstanbul’u anlatırken kendimi anlatmaya çalıştığımı fark eden okur, bu çocuk-
su kavgaların başka şeylere hazırlık olduğunu çoktan anlamıştır. Zaten ağabeyimle kavgalarımızda
aralarındaki küçük anlaşmazlıkları içgüdüsel bir şiddetle ifade etmeye çalışan çocukların doğallı-
ğından fazla bir şey yoktu. Onunla dışa kapalı bir dünya kurmuştuk. Çoğunu bizim icat ettiğimiz
pek çok oyunla meşguldük. Saklambaç, seksek, amiral battı, isim şehir, dokuztaş, dama oynardık.
Sıkıştırılmış gazete kağıdı dâhil her çeşit malzemeden çeşitli büyüklükteki toplarla evin her yerinde
kan ter içinde kalıncaya dek futbol oynardık.
(…)
Robert Kolej’de İngilizce öğrendiğim bir hazırlık yılıyla birlikte dört yıl lise okudum. Lisedeyken
ne olacağımı bilmiyordum ama soranlara İstanbul’dan ayrılmayacağımı ve mimarlık okuyacağımı
söyleyiveriyordum. Mimar olmam konusunda yalnız ben değil, bütün aile zaten çoktan oybirliğiyle
karar vermişti. İstanbul Teknik Üniversite’nde mühendislik okumalıydım ama madem resim yap-
maya bu kadar eğilimim vardı, aynı yerde mimarlık okumak bana yakışırdı. Bu basit mantığı ben de
lisede okurken çoktan benimsemiş, içselleştirmiştim. İstanbul’dan ayrılmak aklımın ucundan bile
geçmiyordu. Şehre çok bayıldığım, onu bilinçle sevdiğim için filan değil: İçgüdüsel olarak, alışkan-
lıklarımı, yaşadığım yerleri zor terk edebilen, mekân, çevre, ev, değiştirmekte tembel davranan biri
olduğum için. Hayatta ne olacağım, hayatın anlamının ne olması gerektiği gibi temel konuları pazar
sabahları birlikte yaptığımız araba gezintilerinde babamla konuşurduk. İstanbul caddelerinde “hafif
batı müziği” parçalarını dinleyerek ilerlerken babam bana hayatta insanın içinden geldiği gibi dav-
ranmasının en iyi şey olduğunu, paranın bir amaç değil, mutlu olmak için gerekliyse kullanılması
gereken bir araç olduğunu ya da bir zamanlar gittiği Paris’te nasıl şiirler yazdığını neşeyle anlatırdı.
İnsanın içgüdülerini ve takıntılarını dikkatle izlemesi gerektiğini, ne yapmak istediğini bilmesinin
iyi bir şey olduğunu ya da insanın sadece yazmak, çizmek ve resim yapmakla hayatta bir derinlik elde
edebileceğini ima eden sözlerini dikkatle dinlerdim. Bana verdiği bilgece öğütleri dinlerken kurşuni
renkli o kış sabahlarında arabanın ön camından akmakta olan İstanbul görüntülerini seyrederdim.
Orhan Pamuk, İstanbul-Hatıralar ve Şehir
581