Page 587 - Türk Dili ve Edebiyatı - 10 | Beceri Temelli
P. 587
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 10 286
7.ÜNİTE> Anı (Hatıra) Kazanım A.4.14: Türün ve dönemin/akımın diğer önemli yazarlarını ve eserlerini sıralar.
Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi Alan Becerileri: Okuma Becerisi
Etkinlik İsmi Edebiyatçı Dostlar 20 dk.
Amacı Anı türünün diğer önemli yazarlarını ve eserlerini tanıyabilmek. Bireysel
Yönerge Metni okuyunuz ve soruları metne göre cevaplayınız.
Hececi Arkadaşlarım
Hiç unutmam. Güzel bir bahar günü, Ömer Seyfettin, Orhan Seyfi ve ben Gülhane Parkı’na gitmiş-
tik. Sakin bir saatti. Ulu ağaçların altında bir bahçe kanepesine oturmuş, edebiyattan söz açmıştık.
Birdenbire, Ömer, ağaçlarda bir sır arıyormuş gibi, başını kaldırıp uzun uzun dallara, yapraklara
baktı, sonra bize dönerek:
- Cancağızlarım, dedi, tasvirler yapın, tasvirler; şöyle güzel güzel, açık açık. Biz de hikâyelerimize
şiirlerden örnek alalım.
Gülüştük. Ömer’in ne bizden ilham almaya, ne örnek devşirmeye ihtiyacı vardı. O daha Selanik’te
Genç Kalemler’deki hikâyeleri ile, insanlar gibi tabiatı da kaleminde yaratmasını biliyordu. Açık
Türkçenin, nesirde, iddiasız fakat sağlam müjdecilerinden biri idi. Öyle iken, bir tevazu hissi altında
gizlenerek, bize, yürüyeceğimiz yolu işaret etmek istemişti. Çünkü biz henüz şiirde ne aruza veda
etmiş ne de tam mânasıyla açık ve sade Türkçenin kaynağından içmiştik. Ben, Rübab mecmuasında
... yazıyor, Seyfi de aruzdaki en güzel eserlerinden biri olan Fırtına ve Kar’ı yeni yazmış bulunuyordu.
Buna rağmen, Ömer, şair arkadaşlarını, bir yoldan öbür yola, yabancı terkipsiz dilden açık ve samimi
Türkçeye, o sadelikteki güzelliğe davet ediyordu.
(...)
Ben, Rübab mecmuasından ayrıldıktan sonra, Safahat ve Kehkeşan mecmualarında Orhan Seyfi ile
buluşmuştum.
Safahat’ta evvelce söylemiştim Ş. Süleyman, bizim hakkımızda “Nâyiler” diye bir yazı yazmıştı. Bu
makalesinde, bizi, deruni ahengi yaratmaya çalışan gençler diye övüyor, Mevlâna Celaleddin’in ma-
nevi torunları olarak takdim ediyordu. Onun bu “tevcih-i vecih”i o zaman gazete ve mecmua idare-
hanelerinde epey latifelere yol açmıştı.
Kehkeşan’a gelince, bir tek iyi iş başarmıştı: Bize Yusuf Ziya’yı (Ortaç’ı) tanıttı. Şöyle ki: İlk sayıda şiir
müsabakası açmıştık birinci gelene bir kravat hediye edecektik. Hepsi aruzla yazılmış birtakım şiirler
geldi, okuduk ve içlerinden Yusuf Ziya imzalısını birinci olarak ilan ettik. Ebussuud Caddesi’ndeki
tek köhne masalı ve üç basit iskemleli odamıza (idarehanemize diyemiyorum) bir gün Yusuf Ziya
gelmiş ve hediyesini almıştı. O zamandan beri bana sık sık takılır: boynuma taktığınız o kravatı bir
daha sökmedim, diye!
Ama iyi ki o kravatı takmışız. Heceye geçtikten sonra bu veznin kahramanlarından biri de o ola-
cakmış ve millî ıstıraplar arasında bizi Ziya Gökalp’in ... etrafında toplayacakmış. Bu toplulukta en
çok Yeni Mecmua’nın büyük rolü vardır. Aruzu yine ara sıra kullandığımız oluyordu, fakat en büyük
ülkümüz heceyi işlemekti. Onun sonsuz ahenk dalgaları vadeden enginine kendimizi kapıp koyu-
vermiştik. Aruzu yalnız millî bir kavramla değil, aynı zamanda estetik bir hakikat olarak da bir yana
bırakmaya mecburduk. Zaten beş hececinin beşi de aruzu kusursuz kullanabilmişlerdi. Demek ki bu
yoldan o yola geçiş bir acizlikten ileri gelmiyordu. Nasıl ki Faruk Nafiz de, aruzla ve harikulâde bir
sadelikle yazdığı Şarkın Sultanları’ndan ve Suda Halkalar’ından sonra Yeni Mecmua’nın sütunlarında
hecenin o zamanki en güzel örneklerini vermeye başlıyordu. Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, rahmetli Enis
Behiç, hep beraber, artık atıldığımız ışıklı yoldan dönecek değildik.
(...)
Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçiyor
585