Page 515 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 515
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 11 254
9. ÜNİTE > Mülakat/Röportaj Kazanım A.4.10: Metinde yazarın bakış açısını belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi Yazardan Yansımalar 35 dk.
Yazarın konuyu hangi açıdan ele aldığını tespit edebilmek. Yazarın konuya ve okura yönelik yaklaşımını belirle-
Amacı Bireysel
yebilmek.
Yönerge Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız.
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Füreya’nın Çini Cenneti
Var olan, kişiliği olandır.
İznik’in çinileri, Bursa’nın Yeşil Cami’si, İstanbul’un Eyüpsultan’ı, Sultanahmed’i, Süleymaniye’si, Edir-
ne’nin Selimiye’si, Yahyalı’nın kilimi, Sivas’ın çorabı, Antep’in oyası, Kastamonu’nun çam bardağı, Yu-
nus’u, Pir Sultan Abdal’ı, Dadal’ı, Karacaoğlan’ı, Said Orhan’ı var olandır. Dünya üstünde yepyeni, terü-
taze, alışılmamış, hayran eden bambaşka dünyalar. Sanatçı budur işte. Yeşil, kırmızı, al, billur alı, sarı, en
güzel kanarya sarısı. Pare pare dökülen ılık bir gün ışığı. Deryanın tuzlu mevsimi. Çimen yeşili. Yeşilin
pırıl pırılı, en tazesi. Cam gibi. Sarı toz. Gökte sarı tozların dönmesi. Ak bulut. Dünyada insanoğlu,
kocaman açılmış gözlerle bakmada.
Olgunlaşma Enstitüsünün odası karanlık geldi bana. Karanlık değildir belki de. Ama ben öyle gördüm.
Olgunlaşmada başka sergiler de görmüştüm, o zaman karanlık gelmemişti. Füreya Kılıç, sergisini mey-
danlarda, büyük aydınlık meydanlarda, şehrin kalabalığını alacak bir açıklıkta göstermeliydi. Öylesi ya-
kışık alırdı. İnsan çinileri görünce şaşırıyor. Çarpılıyor. İznik’inkilere, Yeşil Cami’ninkilere benzemiyor.
Hiçbirine benzemiyor. Azıcık kilimi andırıyor. Kilime de benzemiyor. Başka bir havası var. Alışılmamış.
Başka bir tadı var. Kendine has bir dünyası var. Bir belalı dünya. Kişilik dedikleri.
Çiniden geliyor. Eski çiniden. Başka yere yol alıyor. İşte böyle kişilik. Yani eskileri taklit etseydi, yani
maviyi daha güzel mavi, kırmızıyı daha kırmızı, sarıyı daha güzel sarı yapsaydı, eskiden daha güzel
olsaydı, belki daha güzel olurdu. Ama hapı yutmuştu. Öteki çinilerin kişiliği içinde erimiş olurdu. Asıl
olan Füreya Kılıç’ınkilerdir.
“Yaşayacaksın. Nefes almak gibi, su içmek gibi, gülmek, konuşmak, görmek gibi bir şey olacak. Böyle-
sine hayatına karışacak sanat. Sanatçının hayatına karıştığı gibi, halkın hayatına karışacak. Bizimkiler
iyi yapmışlar. Sanatı yaşayışlarına karıştırmışlar. Halkınsa sanat, zaten yaşayışından çıkmış. Şu çoraba
nakışların en güzeli vurulmuş, giymek içindir. O kadar. Güzelliği hayattadır. Şu kilim sedire serilmek
içindir. Nakışlı sofra vardır, üstünde yemek yerler Anadolu’da. Camiler çinilerle bezenmiştir. Selçuk’tan
bu yana durur. Çini tabaklar, küçük küçük çini eşyalar ile doldurmuştur ortalığı bir zaman. İstiyorum
ki yaptığım çini tabakta, en fakir ev yemek yesin. Benim çinilerim herkesin olsun. Yaptığım masa her
evde bulunsun. Yaptığımız masalar yahut da. Bir ocak yapmalıyım çiniden. Güzel bir merdiven başı.
Kahve fincanlarım olsun bütün kahvelerde. Zengin fakir, iyi kötü bütün evlerde. Genç ihtiyar bütün
ellerde. Sanatı müzelerde hapsetmek yok. O sanat ölü sanattır. Çağımıza yakışmaz. Eski Yunanlar, sanatı
hayatlarına karıştırmışlar. O üniformalı müzelerde gördüğümüz Yunan çanağı... Güzelim testi su koy-
mak, güzelim tas su içmek içindi. Heykeller meydanı doldurmuştu. Ortada hoş bir olay var, çağımıza
yakışan. Çağımızın sanatçıları hayata karıştırmak istiyorlar sanatlarını. Mutlu bir gidişi var. Sanatlarını
halk yığınlarına ulaştırmak istiyorlar. Picasso başta. Bir arkadaş geçenlerde İsviçre’den geldi. Orada bir
ressam Klee (Kılay) var. İsviçre’de dokunan bütün kumaşlarda bu yıl Klee’nın motifleri varmış. Mimar-
lığa sokmak ne iyi çiniyi. Mimarlık deyince büyük büyük anıtlar gelmesin akla. Küçük işler olsa yeter.
Bir köşeciğe bir pano. İstanbul’da fabrikaya gitmiştim. Kumaş yapıyor. ‘Motiflerini kim yapıyor?’ diye
sordum. ‘Ressamlarımız var.’ dediler. ‘Bunları onlar mı yapar?’ dedim. ‘Avrupa’dan gelenleri kopya eder-
ler.’ dediler. Bizim motiflerimizi koymaya cesaret edemiyorlar. Yazık oluyor. Tutunur hâlbuki.”
Nasıl başladığı, ne zaman başladığı meraka değer. Onu sormak istedim.
“Ne zaman?”
“On yedi yaşıma kadar müzikle uğraştım. Virtüöz olacaktım.”
“Sonra?”
“Sonra İsviçre’de sanatoryumda başladım bu işe.”
513