Page 112 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 112

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12            54

             2. ÜNİTE > Hikâye  Kazanım A.2.14: Yazar ile metin arasındaki ilişkiyi değerlendirir.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                        Yazar-Metin İlişkisi                           25 dk.
             Amacı      Yazarı yazmaya iten sebepleri belirleyebilme.                            Bireysel



               Yönerge  Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)



                                                 İlkgençlik Sevdaları
             İşin doğrusu, ben arkadaşımın hatırı için öyle görünürdüm; onu üzmek istemezdim. Yoksa bisikletim
             olsun diye hiç de içimi yediğim, bir bisiklet üzerine hayaller kurduğum, düşler yaşattığım yoktu…
             Zaten ömrüm boyunca tek başıma bu acayip nesneye bir kere olsun binmedim. İki tekerlek üzerinde
             yuvarlanmadan gidişine ta çocukluğumdan beri şaşıp kaldım, ama hiçbir zaman bisiklet sevdalısı ol-
             madım. Bu sevdayı tanımadan başka sevdalara atlamasını bildim.
             Ama arkadaşım öyle değildi. Sabah akşam, okuldan eve beraber gidip geldiğimiz yolda, teneffüslerde,
             bahsettiği iki şey vardı: Bisiklet ve sinema. Çok sevdiğim bir çocuktu. Eskiden zenginmişler fakat ba-
             basının hastalanması durumlarını alt üst etmiş, adamakıllı fakirleşmişler, sonunda bizim sokağa kadar
             düşmüşlerdi. Vaktiyle babasının bilmem hangi taşra şehrinde büyük bir sineması varmış, hep onu
             anlatırdı. Çift makineli, otuz kısımlı filmler oynatan bir sinemaydı bu. Arkadaşım babasıyla birlikte
             gişede oturur, bilet kesermiş… Film başlayınca da doğru makine dairesine… Bayramları sinema dolar
             dolar taşarmış… Sonra ne olmuşsa olmuş, ne sinema kalmış ellerinde, ne de başka bir şey. Yalnız bol
             bol çocukluk hatırası… Bir de sürüyle sinema, film katalogları…
             Pazar öğle sonları ya onlarda ya bizde buluşur, bu katalogları sedire yayar, resimlere birer birer ba-
             kardık. İkimiz de sinema delisiydik. Bütün artistleri tanırdık. Ama kataloglar epeyce eskiydi, sesli fil-
             min ilk zamanlarına ait filmlerin, artistlerin resimleri vardı içlerinde. Onları da tanırdık. İşte Marlene,
             sarışın melek; işte Garbo, Billie Dow, gözlüklü Llyod, Şarlo, bıyıklı Douglas… Kovboylar. Tom Mix,
             Tim Mc Koy… İri bıyıklı haydutlar, kocaman silahlı, favorili delikanlılar… Hangi filmler arkadaşımın
             sinemasında oynamışsa onu ezbere bilirdik. Sonra yorulunca kendi kendimize hayaller kurardık. Be-
             yazıt Meydanı’nda -bilmem neresinde?- kocaman bir bina inşa ettirir, şehrin en esaslı sinemasını içine
             yerleştirirdik. Bir Alman malı -dostum, Almanların en sağlam makineyi yaptıklarını söylemişti- ma-
             kine alırdık. Adını da söylerdi. Bir sürü firma adı sayardı. Ne de çok bilirdi bunları! İki katlı olacaktı
             sinemamız. Bir de büyük holü. Duvarlara gelecek programın, pek yakında oynayacak filmlerin afişle-
             rini, fotoğraflarını asardık.
             İkimizin de cebinde metelik yoktu. Elbiselerimiz yıpranmış, ayakkabılarımız örselenmiş iki çocuktuk.
             Yalnız içimizde hayata, dünyaya, her şeye rağmen sevgi besleyen bir şeyler kıpraşırdı. Hayallerimize
             büyük şehrimizin caddeleri, vitrinleri, mağazaları bir başka genişlik, bir başka berraklık verirdi. Tatil
             günlerinde, hele sıcak yaz öğle sonlarında uzak semtimizden yola çıkar, tramvay yolu boyunca ken-
             tin akışına kendimizi kaptırıverirdik. Sıcak, rüzgârsız günlerden biridir. Kent uyumuştur. Tramvaylar
             yokuşlardan inleyerek çıkar, insanlar canlarından bezmiştir. Aydınlık vitrinler, gürültülü sesler; vapur
             dumanı, Köprü, Galata; seyyar satıcılar, simitçiler, merdivenli sokak…
             (…)

             Konuşmazdık böyle şeyler. Hayallerimize geniş kanatlı kapılar açmazdık. İçimizde kalırdı bunlar. Bun-
             lar gibi birtakım şeyler… İlkgençlik yıllarıydı. Savaşın yalnız adı vardı. Sokaklar kalabalık, vitrinler
             ışıklı, dopdolu… İçimizde sebebini hâlâ anlayamadığımız, her şeyin bizim olduğuna inandıran garip
             bir duygunun sevinci, mutluluğu… İlk sevdaların belirsizcesine yanan ateşi… Çabuk yanan, kül olan
             bir ateş… Hatta külü bile kalmayan.


                                                                                         Oktay Akbal




                                                                                                   111
   107   108   109   110   111   112   113   114   115   116   117