Page 212 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 212

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12          104

             4. ÜNİTE > Roman  Kazanım A.2.10: Metnin üslup özelliklerini belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                         Romanda Üslup                                 25 dk.
             Amacı      Metinde sanatçının özgünlüğünü sağlayan unsurları tespit edebilme.       Bireysel



               Yönerge  Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

                                                    Doludizgin

             14 Temmuz 1921 günü, Eskişehir’den kalkan asker yüklü tren, çok ağır, çok yavaş ilerliyordu. Katar,
             çok uzundu. Yük vagonlarının bir kısmı; hayvan, malzeme, cephane, bir kısmı da askerlerle dolmuş
             taşmıştı. Lokomotif, odunla karışık az az kömür yakıyor, katarı sürükleyebilmek için çok zahmet çe-
             kiyordu. Yusuf’un bölüğü, uzun, geniş bir yük vagonuna düşmüştü. Bu vagon, bütün bölüğü aldıktan
             başka, 58. Alay’ın öteki bölüklerinden birinin bir makineli tüfek takımını da yüklenmişti. Ayrıca, bazı
             zabitler de Yusuf’un yanına binebilmişlerdi. Askerler, vagonun bir köşesini zabitlere bırakmışlardı.
             Zabitler de askerler de  diz dize oturuyorlardı yerlerde. Bir kısım nefer vagonun açık kapısından ayak-
             larını aşağıya sarkıtmış, ötekiler onların omuzları üzerinden, dışarısını seyrediyorlardı. Ortalıkta derin
             bir sessizlik vardı. Yakıcı Temmuz sıcağının altında canını dişine takan lokomotifin ahlaması, oflaması,
             kesik kesik soluk alması duyuluyordu. Zaman zaman canından bezmiş gibi uzun uzun düdüğü ile ba-
             ğırıyor, insanın içini sızlatan sesler çıkarıyordu.
             Eskişehir’den uzaklaştıkça, demiryolunun iki yakasında görülen yollardaki insan kafileleri seyrekleşir
             olmuş, gerilerde kalmıştı. Bu kafilelere askerler, hüzünlü hüzünlü bakıyorlardı: Yollarda, kağnılar var-
             dı, yaylılar vardı, gözün alabildiğine yayalar vardı. Kadın, ihtiyar, çoluk çocuk, sırtlarında yorganları,
             Haymana’ya, Polatlı’ya, Ayaş’a ulaşmak için köylerinden, kentlerinden yollara dökülmüştü. Tutulacak
             cephe gerisindeki köylere, kasabalara bir an önce ulaşmak istiyorlardı. Ordu, Eskişehir’i tahliye edi-
             yordu. Trenler ancak askerleri, bir an önce Polatlı’ya, Sakarya gerisindeki bölgelere varabilmeleri için
             taşıyorlardı.
             Yüzbaşı Yusuf, tam köşede oturuyordu. Sırtını vagonun sarsıntısına vermişti. Dürbününü, tabancasını
             çıkarmış önüne, ayaklarının arasına, yere bırakmıştı. Kalpağı, dizlerinin üzerindeydi. Sakalı bir hayli
             uzamış, saçları ile karışır gibi olmuştu. Yüzünün simsiyah sakalının karaltısı içinde büsbütün sarardığı
             iyice belli oluyordu.
             (…)
             Çantalara dayanmış sıra sıra hepsinin matarası sanki Salih’e bakıyordu. Bu sefer İlyas, bir matarayı
             kavradı:
             “Elini yüzünü ıslat Salih Efem, açılırsın! dedi. Salih’in yüzü aydınlandı:
             “Uyuduksa, ölmedik ya… O matarada başka şey var. Sen bana su dolu olanını ver.” Gülüştüler. İlyas,
             öte yandan bir matara alıp uzattı: Salih, sakalını, yüzünü ıslattı. Sonra kurulandı. Yan yana duran öte
             yandaki, ayağının ucundaki başka bir matarayı aldı, kana kana içti:
             “Ayranla suratımı yıkatacaklar keratalar. Aklım başımda benim…” diye söylendi. Niyazi ile İlyas’ın gü-
             lüşmesine öteki neferler de katıldı. İki başka matarayı iyice yokladıktan sonra Efe, doğruldu. Neferlerin
             arasından geçti; ayaklarının üstünden atladı; zabitlere yaklaştı:
             “Yüzbaşım iç bakalım şundan…” diye, mataranın birini Yusuf’a, ötekini de yanındaki zabitlere uzattı.
             Yusuf,
             “Sıcak, sıcak ya… hiç su içesim yok Salih.” dedi.
             “Bu su değil ki.”
             Zabitler, bakıştılar. Mataralar elden ele dolaştı. Refik,
             “Tuzu muzu kıvamında. Yalnız biraz ısınmış.” dedi.
             “Biraz ısınmış ne demek, kaynamış. Ama ne de olsa güzel.”
             “Nereden buldun bu ayranı Salih?” diye Yusuf sordu.
             “Eskişehir’den kalkmadan önce , bir kocakarı ile taze bir kızcağız, kocaman iki güğümle sakalımıza


                                                                                                   211
   207   208   209   210   211   212   213   214   215   216   217