Page 216 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 216

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12          106

             4. ÜNİTE > Roman  Kazanım A.2.11: Metinde millî, manevi ve evrensel değerler ile sosyal, siyasi, tarihî ve mitolojik ögeleri belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                          Sosyal Hayat                                 25 dk.
             Amacı      Metinde dönemin gerçeklerinin nasıl yansıdığını tespit edebilme. Metnin toplumsal gerçeklerle ilgisini değer-  Bireysel
                        lendirebilme.

               Yönerge  Metni okuyunuz. Aşağıdaki soruları okuduğunuz metin çerçevesinde cevaplayınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

                                                  Eskici ve Oğulları
             (…)
             Ulu dağlardan yuvarlanıp gelmiş kocaman bir granit parçasını hatırlatarak oturduğu makinesinin başın-
             da hafifçe kımıldandı, öksürdü, iskemlesinde sağa sola yerleşti, sonra çalışırken taktığı beyaz çerçeveli
             ufacık gözlüğünün üstünden karşıki göçmen eskiciye baktı: Bir kadın müşteri irili ufaklı ayakkabılar
             getirmişti, onarılmak için. O sıra kadın onarılmak üzere getirmeseydi ayakkabıları, sadece bakacak,
             içinden geçirecek, sonra da önündeki makineye takılı işe dalıp gidecekti. Olmadı. Şu birkaç saat içinde
             göçmene eski ayakkabı, terlik, çocuk sandalı üzerine çeşitli iş gelmişti. İçlerinden çoğu yıllar yılı işlerini
             kendisine yaptıran eski müşterilerdi. Demek müşterilerini yitiriyordu yavaş yavaş. Karşıdaki ne türlü
             davranıyordu da müşteriler ona kaçıyordu? Daha mı kibardı? Daha mı ucuzcu? Bilmiyordu, bilmiyordu
             bu işi. Tüyü bozuk karşıki göçmen kalkmış ta Allah’ın Bulgaristan’ından mı, Sırbistan’ından mı ne gelmiş,
             rızkına ortak oluyordu. Ne hakla?
             (…)
             Makine dikişi, sarı deri üzerinde bir boy gitti, durdu, döndü, bir boy da böylesine geldikten sonra işi bit-
             ti. Çıkardı, iplikleri keskin falçatasıyla kesip arkasında, ufacık kunduracı masasının başında çalışmakta
             olan oğullarına bakmadan fırlattı. Sarı deriden ayakkabı yüzü küçük oğulun önüne düşmüş, dalgasını
             bozmuştu. Sertçe baktı babasına. Babasının on sekiz yaşında küçük bir modeli. Babasını hatırlatan püs-
             kül püskül kaşları hırsla çatıldıysa da karşısında oturan ağası masanın altından ayağıyla ayağına gene
             hafifçe bastı. Ağası ne babasına benziyordu ne de kendine. Uzun boylu, kupkuru, kavrulmuş… Saygısı
             sonsuzdu ona. “Çemkirme babana sakın.” demek istediğini anlamıştı. Ağasıyla bakıştılar. Birbirlerini
             anlayan bakışlardı. Gözlerini tekrar işlerine indirdiler. İkisi de iki ayrı ayakkabı tekinin pençe dikişlerini
             dikiyorlardı. İş bulsalar, daha doğrusu toptancının siparişini karşılayacak takımları, ellerinde bol kösele,
             deri olsa da “kendi kontlarına” erkek ya da zenne ayakkabıları yapıp toptancıya verseler, verebilseler…
             (…)
             Topal Eskici yıllarca önce Çukurova’nın gerçekten de güm güm gümüleyen çiftliklerinden birinde
             dünyaya gözlerini açtı ama güm güm gümüleyen bu büyük çiftlik gibi nice nicelerini satın alabilecek
             çok daha büyük çiftliklerin bulunduğu Çukurova’da Topal Eskici’nin dedesi Resul Ağa, pek pek orta
             çiftçi sayılırdı. O yıllar memlekete henüz tren yolu döşenmediği, kamyonlarsa buranın malını mah-
             sulünü şuraya, şuranınkini buraya götürüp getirmedikleri için, buranın malı burada, oranınki orada
             kalır, çiftlik sahipleri buğdayları, arpaları, küncü, pamukları fakir fukaraya bedava dağıtmasalar bile
             gene de bol bol verirlerdi.
             Topal Eskici, arabalar dolusu kavun karpuzların, sepetler, kavsara denilen küfeler dolusu üzümler,
             erikler, kayısılar, incir pestilleri arasında gerçekten de nazla niyazla büyümüştü. On yaşına kadar saç-
             larının kız saçı gibi uzatıldığı, on yaşından sonra Tarsus’ta Ashab-ı Kehf’te kesildiği, kesilen saçlarının
             ağırlığınca fakir fukaraya altın sadaka edildiği de doğrudur. “Dede kurban, dede hayran” diye uzun
             beyaz sakalını torununun yüzüne gözüne sürerek seven dedesi Resul Ağa’yı, en çok bu uzun, beyaz
             sakalından, bir de şimdi kendini hatırlatan, ulu dağlardan yuvarlanıp gelmiş granit parçasına benzeyen
             geniş bedeninden hatırlar.
             Topal Eskici’nin özelliği dedesi Resul Ağa’dan değil ne kafaca ne de bedence babasına şu kadarcık
             benzemeyen ufak tefek babasından geliyordu. Bu baba, o yıllar “Sultanî” denilen, şimdiki lise karşıtı
             “İdadi”de okumuş, iri yarı babası Resul Ağa’nın zenginliğine aldırmadan, hatta ihtiyarın bütün yasak-
             larına sırt dönerek fabrikatör Gülbenkyan’ların çocuklarıyla arkadaşlığı artırmış, onlardan Ermenice,
             Fransızca bellemiş, ille de “Fabrika”ya akıl erdirmeye çalışmıştı.
             (…)
                                                                                        Orhan Kemal


                                                                                                   215
   211   212   213   214   215   216   217   218   219   220   221