Page 302 - Türk Dili ve Edebiyatı 12 Beceri Temelli Etkinlik Kitabı
P. 302

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                         TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 12          149

             6.ÜNİTE> Deneme    Kazanım A.4.3. Metin ile metnin konusu, amacı ve hedef kitlesi arasında ilişki kurar.
             Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becersi  Alan Becerileri: Okuma Becerisi

             Etkinlik İsmi                        Neden Deneme?                                       25 dk.
             Amacı      Metnin konusu, amacı ve hedef kitlesini belirleyebilme.                       Bireysel


              Yönerge  Aşağıdaki metni okuyup soruları metne göre cevaplandırınız.
                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)


                                          Beni Irmak Boylarına Götür Anne

              Penceresiz, sıvasız, tek kapılı bir odaydı. Her şey, görülen her şey betondandı. Betondan bir küçük
              masa, betondan bir karyola, betondan bir koltuk. Kapı demek yanlıştı belki, çünkü kapı yoktu. Yal-
              nızca girişi vardı odanın. Odanın dışında, odayı çevreleyen koridorda doru bir tay koşuyordu durma-
              dan. Koridora açılan girişin önünden her geçişinde, küçülüyordu sanki. Odada ışık yoktu. Koridora,
              kaynağı belli olmayan bir yerden sızan bir hücre ışığı, odayı belli belirsiz aydınlatıyordu. Odanın ısısı-
              nın arttığını duyumsuyordum, ama bu durum garip bir biçimde üşümeme etken oluyordu. Duyulan
              nalsız bir tayın toynaklarının, odayı çevreleyen koridorda yankılanan sesiydi. Koridora koştuğumda,
              bir labirentin içinde olduğumu anlamıştım. Çıktığım oda, bir başka odanın, farklı bir yöne açılan
              beton bir odanın içindeydi. Buranın içinde yer alan tek şey, çıktığım odaydı! Beton duvarlar ardın-
              dan gelen ses, bu odanın açıldığı koridorda, durmadan koşan başka bir tayın toynaklarının çıkardığı
              sesti. Üşümem geçmişti; ama ısısı gittikçe düşen bu odada, ya da koridor-odada, yüzümün giderek
              yandığını duyumsuyordum. Bir başka koridor-odaya açılan girişten görülen yeni tay da küçülerek
              kayboluyordu. Buradan da fırlayıp dışarı çıktığımda, değişen hiçbir şey yoktu. Koridorlar büyüyordu
              yalnızca. Bir önceki odadan gördüğüm tay küçülerek kayboluyor, içinde bulunduğum koridor-oda-
              nın girişi önünden farklı bir tay koşarak geçiyor, her geçişinde, onun da gittikçe küçülerek kayboldu-
              ğuna tanık oluyordum. Yüzüm ya yanıyor ya da soğuk bir ürpertiyle terliyordu. Tam anlamıyla bir
              labirentti bu; ama yavaş yavaş, koridor-odalardan bir sonrakine geçişte, bir akarsu sesinin giderek
              belirginleştiğini duyuyordum. Her koridor-odadan bir sonrakine geçişte ses artıyor, tayın üzerinde
              ablamın çocukluğu büyüyerek, genç kızlığa dönüşüyor. Kaynağı belli olmayan bir yerden sızan ışık
              içinde, annemin yüzü beliriyordu. Bizleri buradan ürkütmeden çıkarmak ister gibiydi. Ürkütmeden.
              Bir akarsu sesi, duyduğum tek sesti. “Beni ırmak boylarına götür anne! Anne ırmak boylarına götür
              beni. Suların altındaki parlayan taşları görmek istiyorum. O yeşil suların altındaki taşları. Beni ırmak
              boylarına götür anne!..” Durmadan bağırıyorum, bağırmamla uyanıyorum bu düşten. Gövdem ter
              içinde, yüzüm yanıyor. Yattığım yerden kalkıp duvardaki ısıölçere bakıyorum, oda içi sıcaklığı 34
              derece. Aylardır öğle uykusuna yatmamıştım. İzmir’in alışamadığım haziran sıcaklarında bu garip
              düşle uyanıyorum. Çocukluğumda çekilmiş bir fotoğrafı anımsayıp buluyorum. Bir atın üstündeyim,
              ablam tutuyor beni. Kızılçullu’da, bir hıdrellez günü. Necati Cumalı’ya, onun ‘Kızılçullu Yolu’ şiirine
              gidiyor usum. ‘Yarın, sabah serinliğinde, bisikletimle giderim,’ diye konuşuyorum kendi kendime.
              Kadifekale’den, Şirinyer’e indiğimde, her şey bir karabasan gibi geliyor bana. Artık bir atık-su kanalına
              dönüşen çay, beton mezarlıklar gibi şehri kuşatan yapılar. “İnsan nerede, insan bu yapıların neresin-
              de?” diye soruyorum kendime. Serin suların, çayların altındaki taşları sevgiyle okşadığım günleri
              anımsayarak. Şimdi anlıyorum o düşü. Gerçeğin belki de yumuşatılmış bir dönüşümü o. Şimdi, bir
              haziran sabahında, Kadifekale’den açıkça görülüyor o labirent. İnsanın kendini yok ederek kurduğu
              o labirent. Kentler büyümüyor, labirentleşiyor; asıl korkuncu, içimizde iç dünyamızda oluşuyor labi-
              rentler, kentlere koşut olarak.
              (…)
                                                                                                         Turgay Gönenç, Beni Irmak Boylarına Götür Anne







                                                                                                   301
   297   298   299   300   301   302   303   304   305   306   307