Page 36 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 36
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 16
2.ÜNİTE > Hikâye Kazanım: A.2.3. Metnin tema ve konusunu belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi KONU VE TEMA NEDİR? 20 dk.
Amacı Metnin konusunu ve temasını belirleyerek metinden çıkarımlarda bulunabilmek. Bireysel
Yönerge Refik Halit Karay’ın “Eskici” adlı hikâyesini okuyunuz. Aşağıdaki soruları metinden yola çıkarak
cevaplayınız.
ESKİCİ
Vapur rıhtımdan kalkıp da Marmara’ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçirmeye gelenler,
üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar:
- Çocukcağız Arabistan’da rahat eder, dediler. Hayırlı bir iş yaptıklarına herkesi inandırmış olanların
uydurma neşesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine döndüler.
Zaten babadan yetim kalan küçük Hasan, anası da ölünce uzak akrabaları ve konu komşunun yardımıy-
la halasının yanına, Filistin’in ücra bir kasabasına gönderiliyordu.
…
Yamaçlarında keçiler otlayan kuru, yalçın, çatlak dağlar arasından geçiyorlardı. Bu keçiler kapkara, be-
neksiz kara idi; tüyleri yeni otomobil boyası gibi aynamsı bir cila ile kızgın güneş altında, pırıl pırıl
yanıyordu.
Bunlar da bitti; göz alabildiğine uzanan bir düzlüğe çıkmışlardı; ne ağaç vardı, ne dere, ne ev! Yalnız ara
sıra kocaman kocaman hayvanlara rast geliyorlardı; çok uzun bacaklı, çok uzun boylu, sırtları kabarık,
kambur hayvanlar trene bakmıyorlardı bile... Ağızlarında beyazımsı bir köpük çiğneyerek dalgın ve
küskün arka arkaya, ağır ağır, yumuşak yumuşak, iz bırakmadan ve toz çıkarmadan gidiyorlardı.
Çok sabretti, dayanamadı, yanındaki askere parmağıyla göstererek sordu; o güldü:
- Gemel! Gemel! dedi.
…
Bir gün halası sokaktan bağırarak geçen bir satıcıyı çağırdı. Evin avlusuna sırtında çuval kaplı bir yayvan
torba, elinde bir ufacık iskemle ve uzun bir demir parçası, dağınık kıyafetli bir adam girdi. Torbasından
da mukavva gibi bükülmüş bir tomar duruyordu.
Konuştular, sonra önüne bir sürü patlak, sökük, parça parça ayakkabı dizdiler. Satıcı iskemlesine otur-
du. Hasan da merakla karşısına geçti. Bu dört yanı duvarlı, tek kat, basık ve toprak evde öyle canı sıkı-
lıyordu ki... Şaşarak eğlenerek seyrediyordu: Mukavvaya benzettiği kalın deriyi iki tarafı keskin incecik,
sapsız bıçağıyla kesişine, ağzına bir avuç çivi dolduruşuna, sonra bunları birer birer, İstanbul’da gördüğü
maymun gibi avurdundan çıkarıp ayakkabıların altına çabuk çabuk mıhlayışına, deri parçalarını, pis bir
suya koyup ıslatışına, mundar çanaktaki macuna parmağını daldırıp tabanlara sürüşüne, hepsine bakı-
yordu. Susuyor ve bakıyordu. Bir aralık nerede ve kimlerle olduğunu keyfinden unuttu, dalgınlığından
anadiliyle sordu:
- Çiviler ağzına batmaz mı senin?
Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan’ın yüzüne baktı:
- Türk çocuğu musun be?
- İstanbul’dan geldim.
- Ben de o taraflardan... İzmit’ten!
Eskicide saç sakal dağınık, göğüs bağır açık, pantolonu dizlerinden yamalı, dişleri eksik ve suratı sarı,
sapsarıydı; gözlerinin akına kadar sarıydı. Türkçe bildiği ve İstanbul taraflarından geldiği için Hasan,
şimdi onun sade işine değil, yüzüne de dikkatle bakmıştı. Göğsünün ortasında, tıpkı çenesindeki sakalı
andıran kırçıl, seyrek bir tutam kıl vardı.
Dişsizlikten peltek çıkan bir sesle tekrar sordu:
- Ne diye düştün bu cehennemin bucağına sen?
Hasan anladığı kadar anlattı. Sonra Kanlıca’daki evlerini tarif etti; komşusunun oğlu Mahmut’la balık
tuttuklarını, anası doktora giderken tünele bindiklerini, bir kere de kapıya beyaz boyalı hasta otomobili
geldiğini, içinde yataklar serili olduğunu söyledi. Bir aralık da kendisi sordu?
- Sen niye buradasın?
Öteki başını ve elini şöyle salladı: Uzun iş manasına... ve mırıldandı:
- Bir kabahat işledik de kaçtık!
35