Page 40 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 40

Ortaöğretim Genel Müdürlüğü                          TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9          18

             2.ÜNİTE > Hikâye      Kazanım: A.2.4. Metindeki çatışmaları belirler.
             Alan Becerileri: Okuma Becerisi  Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
             Etkinlik İsmi                    METNİN DERİNLİKLERİNDE                             30 dk.
             Amacı      Metindeki temel çatışmayı ve metnin ima ettiği çatışmayı bulabilmek, bu çatışmaya sebep olan bireysel   Bireysel
                        farklılıklar üzerinde düşünebilmek.


             Yönerge  Metinle ilgili derin inceleme yapabilmek, metni çözümleyebilmek için aşağıdaki metni okuyunuz ve
                     soruları cevaplayınız.

                                                 İHTİYAR ÇİLİNGİR

             Koyunpazarı’nda bir ufacık dükkân; bir küçük ocak yanıyor, bir ufak çocuk körük çekiyor. İhtiyarlamış,
             küçülmüş, ak sakallı, küçük yüzlü bir adam, gözünde çifte gözlük, mini mini halkaları ateşte ısıtıp zincir
             bağlıyordu.
             Ne hoş manzara, gözüm ilişti. Dükkânın önünde kaldım. Bir çilingir dükkânı. Ufak kilitler, eski zaman
             kapı halkaları, rezeler, menteşeler, hayvân zincirleri. Böyle ufak tefek şeyler yapıyor. Bunlardan pek çok
             da yapmış, dükkânın ötesine berisine asmış.

             - Kolay gelsin, usta.
             - Kolayı başına gelsin!
             Bir tarafa dayanıp durdum. Adamcık, benimle hiç meşgul olmuyor göründü. Birer tarafı açık, ufak hal-
             kalar hazırlamış, bir halka takıp açık tarafını ateşe tutuyor, o hazır oluncaya kadar bir başkasını ateşten
             çekip ucunu, kemali dikkatle kapıyor, bir parça büküyor, onu tekrar ateşe verinceye kadar, evvelki hazır
             oluyor, böylece muntazam çalışıyordu. Emin olunuz ki, gayet dürüst ve muntazam bir zincir vücuda
             geliyor, bir cilâsı noksan kalıyordu.
             Şüphesiz, eski binalarda gördüğümüz o müzeyyen edevat, böyle dükkânlarda, bu nezaketle, bu ihti-
             mamla, bu kanaat ve feragatla işlenir, yapılırdı. Sanata böyle bir merbutiyyet-i dindârâne vardı. Her şeyi
             inkâr eden küfür devresi gelmemiş olsaydı, şüphesiz bu güzel şeyler sönüp gitmeyecekti. Lânet olsun o
             zamana ki, bütün mukaddesatı inkâr etmiş, kanaatları öldürmüş, huzur ve rahatı söndürmüş, demiri
             kaldırmış, yerine tenekeyi doldurmuştur.
             Ben oradayken, gençten bir adam geldi. Elinde bir değnek vardı. Demirciye uzattı. Bu değneğin ucuna
             beş on halka geçirilecek. Bu genç adam, onunla, her sabah akşam bağa giderken eşeği dürtecek.
             Demirci anladı, ses çıkarmadı, duvardan üç beş halka aldı, sanatına vakıf bir adam sükunetiyle değneğe
             taktı. Lâkin, genç adam, usûl hilafına, değneğin yan tarafına bir halka daha taktırmak istiyordu. Çilin-
             girle aralarında mubahase, başladı. Çilingir, “Olmaz, dedi, bunun usulü böyledir.”
             Delikanlı usulü bozmakta ısrar ediyordu.
             - Canım sen tak. Nene lazım...
             - Takılmaz evladım... Ben kırk yıldır bu sanatı işlerim.
             - Canım, parasıyla değil mi? Sen takıver, ötesine karışma!
             İhtiyar, belki ısrar etmeyip takacaktı ancak “parasıyla” sözüne fena hâlde içerledi, daha ziyade bir şey
             demeyerek değneği genç adamın elinden aldı, eski taktıklarını da sökerek iade ettikten sonra,
             - Biz para âşıklısı değiliz, var başka yerde yaptır, dedi.
             Düşündüm kaldım. Para için işlemediğini iddia eden bu fakir ihtiyar, şüphesiz, sanatının âşığıydı. “Fi-
             lan usta gitti, bu sanatı da götürdü” diyecekler diye, bu dükkânı bekliyordu. Onun nazarında filan şey
             filan şekilde yapılır, başka türlüsü sanata saygısızlık olurdu. Bunu yıllarca belki asırlarca ustalar böyle
             yapmışlar; öyle ya, onun arkasında bu yolda, bu erkanda gelmiş geçmiş ustalar, pirler vardı. Dükkânla-
             rını hâlika ibadet eder gibi açıp kapamışlardı. Sanat, onlara bahşolunmuş bir kerametti.
             Evet, bu adam para âşıklısı değildi. O, ustalarının postunda oturur bir sanat halifesiydi. O nasıl derse
             desin, işlediği sanatta, teraküm etmiş bir vedaat mevcut olduğunun kaili bulunuyordu. Selahiyattar
             olmayan bir adamın, parayla, onu tebdile (değiştirme) ne hakkı vardı!..
                                                                          (Metin aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
                                                    Memduh Şevket Esendal, İhtiyar Çilingir, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2003.



                                                                                                    39
   35   36   37   38   39   40   41   42   43   44   45