Page 37 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 37

16       TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9                           Ortaöğretim Genel Müdürlüğü




           Asıl konuşan Hasan’dı, altı aydan beri susan Hasan... Durmadan, dinlenmeden, nefes almadan, yanak-
           ları sevincinden pembe pembe, dudakları taze, gevrek, billur sesiyle biteviye konuşuyordu. Aklına ne
           gelirse söylüyordu. Eskici hem çalışıyor, hem de, ara sıra “Ha! Ya? Öyle mi?” gibi dinlediğini bildiren
           sözlerle onu söyletiyordu; artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini, bir rüzgârını, bir türküsünü din-
           liyormuş gibi hem zevkli, hem yaslı dinliyordu; geçmiş günleri, kaybettiği yerleri düşünerek benliği
           sarsıla sarsıla dinliyordu. Daha çok dinlemek için de elini ağır tutuyordu. Fakat nihayet bütün ayakka-
           bılar tamir edilmiş, iş bitmişti. Demirini topraktan çekti, köselesini dürdü, çivi kutusunu kapadı, çiriş
           çanağını sarmaladı. Bunları hep aheste aheste yaptı. 
           Hasan, yüreği burkularak sordu: 
           - Gidiyor musun? 

           - Gidiyorum ya, işimi tükettim. O zaman gördü ki, küçük çocuk memleketlisi minimini yavru ağlı-
           yor... Sessizce, titreye titreye ağlıyor. Yanaklarından gözyaşları birbiri arkasına, temiz vagon pencere-
           lerindeki yağmur damlaları dışarının rengini geçilen manzaraları içine alarak nasıl acele acele, sarsıla
           çarpışa dökülürse öyle, bağrının sarsıntılarıyla yerlerinden oynayarak, vuruşarak içlerinde güneşli
           mavi gök, pırıl pırıl akıyor. 
           - Ağlama be! Ağlama be! 

           Eskici başka söz bulamamıştı. Bunu işiten çocuk hıçkıra hıçkıra katıla katıla ağlamaktadır; bir daha
           Türkçe konuşacak adam bulamayacağına ağlamaktadır. 

           - Ağlama diyorum sana! Ağlama. 
           Bunları derken onun da katı, nasırlaşmış yüreği yumuşamış, şişmişti. Önüne geçmeye çalıştı amma
           yapamadı, kendini tutamadı; gözlerinin dolduğunu ve sakallarından kayan yaşların, Arabistan sıca-
           ğıyla yanan kızgın göğsüne bir pınar sızıntısı kadar serin, ürpertici, döküldüğünü duydu. 
                                                                                              Refik Halit Karay, Eskici, Simge Yayınları, İstanbul, 2004.
                                                                     (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)



          1.  Hikâyede, “Vapur rıhtımından kalkıp da Marmara’ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçir-
              meye gelenler, üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar.” ifadelerini göz önünde bulundu-
              rarak Hasan’ın neden ağır bir yük olarak görüldüğünü yorumlayınız.








          2.  Refik Halit Karay, yukarıdaki hikâyenin hangi bölümünde Osmanlı İmparatorluğu’nun hazin öykü-
              sünü anlatıyor olabilir?









          3.  Hikâyede gurbet ve dil duygusu sizce nasıl verilmiştir? Hasan’ın çevresinde Türkçe konuşan insanlar
              olsaydı çocukluk günleri Filistin’in bu ücra kasabasında nasıl geçerdi?












          36
                                                                                  Hazırlayan: Mustafa YEŞİLKAYA
   32   33   34   35   36   37   38   39   40   41   42