Page 396 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 396
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 202
8.ÜNİTE > Mektup/E-posta Kazanım A.4.5. Metindeki anlatım biçimlerini, düşünceyi geliştirme yollarını ve bunların işlevlerini belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi/Yazma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi MEKTUPTA İFADE YOLLARI 25 dk.
Amacı Anlatım biçimleri ve düşünceyi geliştirme yollarının mektup türünde kullanımını kavrayabilmek. Bireysel
Yönerge Aşağıdaki metni okuyarak soruları cevaplayınız (Alıntılanan metnin aslına sadık kalınmıştır.).
Handan’ dan Neriman’ a
Maltepe, 15 Ağustos 1313
Neriman’ cığım,
Bu seferki Maltepe’ye gelişimi hiç unutmayacağım. Selim Bey, beni kadınlar kompartımanına koyup
çekildikten sonra gözlerim etrafa daldı. Akşam oluyordu. Sağda altın tarlalarıyla aşağı doğru inen
zengin arzın üzerine mor gölgeleriyle büyük köşke dağlar eğiliyorlardı. Batan, solan güneşin altın-
larıyla kaplanmış rakit (durgun) deniz ve sonra bütün dağların morluğu, tarlaların altını üzerinden
uçan esmer ve pembe bir akşam havası esiyordu. Her beş dakikada bir Selim Bey’in mütebessim
(gülümseyen) yüzü perdeden içeri uzanıyordu:
— Görüyor musun Handan, görüyor musun kızım? diyordu. Nihayet İstanbul’a geldik. Selim Bey’le
beraber bir de genç Harbiyeli indi. O da bizimle köşke geldi. Bana orta kattaki odayı verdiler. Bilirsin
ya odalar nasıl Marmara’nın nihayetsizliğine bakar.
(…)
Ne sakin, ne muhteşem sabahlar. Marmara’nın birer siyah gergedan gibi uyuyan adaları, denizin kur-
şunimsi maviliğine batan bu canlı arz ve uzaklardan geçen güneşin pembe, eflatun, inci renkleriyle
rüyalı tülleriyle renklenen ufuklar! İşte bu yeni doğan parlak sabahla beraber bende bir şey doğuyor,
ben bütün bunların bir parçası gibi bir şey oluyorum. Ve içimde artan hayatın tarlalardan, denizler-
den mi, yoksa benim ruhumdan mı geldiğini bilmiyorum.
Perşembe Akşamı
Bu üç gün, asude (sakin) ve mesut Selim Bey’le geçen bir yalnızlıktan sonra Nâzım nihayet geldi. Bu
sabah biraz geç kalmışım. Azıcık ortalık sisli gibiydi. Adaları, ufukları örten gümüşi duman örtüyü
seyrederek giyindim. Selamlığa biraz mütereddit (tereddütlü) gittim. Selim Bey’in tembel misafir-
lerinden biri kalkmış diye düşünüyordum. Belki de beni kahvaltıya beklememişti. Evden çıkarken
hemen kimseye tesadüf etmedim. Selamlığın koridorunda Ahmet konuşuyordu. Oda sakitti. Kapıyı
açtım. Odanın bahçeye açılan büyük kapıları açılmış, önüne Selim Bey’ in büyük koltuğu konmuştu.
Yalnız arkasını görebildiğim sarı uzun saçlı bir baş şüphesiz benim sabahleyin seyrettiğim gümüşi
dumanlara dalmıştı. Hemen çekilmek istedim. Fakat yanımda kanepede oturan Selim Bey’in tatlı sesi
bu sabah derin bir sevinçle:
— Gel sevgili kızım, gel, diyordu. O vakit koltuktan bülend (yüce) ve güzel bir vücut yükseldi. Enli
omuzları üzerinde koyu, büyük, mavi gözleri, uzun sarışın siması, hassas ve biraz müstehzî (alaycı)
ve mütebessim gözüyle Nâzım meydana çıktı. Selim Bey bizi birbirimize takdim etmek için müteha-
lik (acele) âdeta mühtez (titreyen) bir sesle:
— İşte Handan, Nâzım, dedi. Evvela Nâzım’ın yüzü biraz ağır ve mütereddit (çekingen) gibiydi. Fa-
kat beni bir an süzdükten sonra bütün yüzünü aydınlatan tebessüm mevceleriyle (dalgalarıyla) bana
395