Page 50 - Türk Dili ve Edebiyatı - 9 | Beceri Temelli
P. 50
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 23
2.ÜNİTE > Hikâye Kazanım: A.2.7. Metindeki zaman ve mekânın özelliklerini belirler.
Alan Becerileri: Okuma Becerisi Genel Beceriler: Eleştirel Düşünme Becerisi
Etkinlik İsmi ZAMAN VE MEKÂNIN KAHRAMANLARLA İLİŞKİSİ 25 dk.
Amacı Metindeki zaman ve mekânın özelliklerini belirleyebilmek. Bireysel
Yönerge “Çirkince” adlı hikâyeden alınan aşağıdaki bölümü zaman ve mekânın özelliklerini belirlemek için
okuyunuz.
ÇİRKİNCE
Gece yarısını bir saat geçe Alsancak’tan kalkıp Ankara’ya gidecek olan tren için birkaç gün önce
bilet almıştım. Nedense aklıma esti, son günü İzmir’de kalıp dolaşmaktansa sabah treniyle -Selçuk-a
gider, Efesos harabelerini gezer, akşamı ederim; gece yarısı, nasıl olsa oradan geçecek olan Ankara
trenine biner, yoluma koyulurum, dedim. Öyle de yaptım.
Selçuk’a gelince, çantamı, önünü kebapçılarla üzümcülerin doldurduğu, istasyon kahvesine emanet
ederek, hemen yola düzüldüm. Güneş iyice yakmaya başlamadan bu kırk beş dakikalık yolu almak,
ölü şehrin harabelerinde akşama kadar dolaşmak istiyordum. Fakat daha Erkekler Gymnasium’u-
nun kapısındayken içime bir gariplik çöktü. Her İzmir’e gelişimde muhakkak bir kere uğradığım
bu harabeler, sanki seneden seneye daha harap oluyor, binlerce yıl önce aralarında bazı insanların
insanlar gibi yaşadığı mermerler bile, kendilerini asırlarca örtüp koruyan anlayışlı toprağın altın-
dan çıkarıldıklarına küsmüşçesine, kararıp kirleniyordu. İçinde vücutları ve ruhları güzel insanların
yetiştirildiği Gymnasium’un mozaikleri, şimdi birbirini kovalayan keçilerin tırnakları altında da-
ğılmaktaydı. Coşkun bayramların, spor oyunlarının kutlandığı Hypodrom’un göbeğine muhacirler
tütün ekmişler, kenardaki kuru yapraklı bir çardağın altında sıtmadan titreşerek yatıyorlardı. Sayısı
bir zamanlar bin üç yüzü geçen ve bugün elimize ancak elli kadarı gelebilen o harikulade tragedya
ve komedyaların oynandığı tiyatronun geniş ve serin artist gardropları şimdi tek tük gelen seyyah-
larla, buraya yerleşmiş olan birkaç aileye ve keçi çobanlarına kenef vazifesini görüyordu. Sokakların
mermer kaldırımları arasından fırlayan böğürtlenlerin kalınlaşan kökleri, binlerce yılın boğamadığı
bu beyaz taşları çatlatıp parçalıyor; yelkenleri pırıl pırıl gemilerle dolu limanı şehre bağlayan iki yanı
heykelli, geniş Arkadya caddesi, şimdi bütün ovayı kaplayan bataklığın iki adam boyundaki sazları
arasına dalıp kayboluyordu. Sokaklarının ortasındaki mermer satış tezgahları hala sapasağlam du-
ran, bol çeşmeli Agora’nın dükkanları toprakla dolmuş, içlerinde yabani incir ağaçları, mersinler,
zakkumlar, böğürtlenler türemişti. Raflarındaki on binlerce papirüsle kafalara aydınlık düşünceler
dolduran kütüphanenin pek bozulmamış merdivenlerinden çıkıp, kurucusunun çıra isleriyle karar-
mış mezarına girmek isteyince, karanlık uykularından uyandırılan yarasalar hırsla insanın yüzüne
çarpıyorlardı. Daha yapıldığı günlerde bir zelzele ile yıkılan mabedin kalın sütunları, insafsız bir
tanrının hışmından korkup secdeye kapanmış gibi, hep aynı istikamete uzanmış ve parçalanmışlar-
dı. Küçük ve zarif Odeon tiyatrosunu örten sararmış otların arasında kertenkeleler dolaşıyor, Kızlar
Gymnasium’undan tek ayakta kalan şey, yarı yıkılmış büyük bir kapı, -Girmeyin, ağlarsınız!- der gibi
dudaklarını büküyordu.
(…)
Selçuk, eski adıyla Ayasuluğ kasabasının şimal tarafındaki sırtların arkasına düşen bu güzel köye,
otuz sene önce, dokuz on yaşında bir çocukken gelip birkaç gün kalmıştım. Annem ve beş yaşındaki
erkek kardeşimle beraber, Çanakkale’de asker olan babamın yanından, Çivril’de asker olan dedemin
yanına gidiyorduk. Babam bizi bir gambotla Bandırma’ya kadar getirmiş, trene bindirmiş, İzmir’deki
bir arkadaşına yazdığı mektubu annemin eline verip dönmüştü. Babamın bu arkadaşı bizi İzmir’de
iki üç gün evinde misafir ettikten sonra, Punta’dan Aydın trenine bindirmişti. Şimdi düşünüyorum
da, o karmakarışık devirde, o berbat yolculuk şartları içinde annem gibi beceriksiz bir kadının iki
küçük çocukla bu kadar uzun yolculuğa nasıl çıktığına hala şaşıyorum. Neyse, bulursa kömürle, fa-
kat daha çok odunla işleyen Aydın treni bizi yirmi dört saatte Selçuk istasyonuna getirdi.
(…)
(Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)
Sabahattin Ali, Bütün Öyküleri II, YKY, İstanbul, 2000.
49