Page 17 - Türk Dili ve Edebiyatı
P. 17
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9
Hazır
Hazırlıklık
1. Tarihî bir olayı konu alan bir romanda anlatılanlarla tarihî gerçeklik bire bir örtüşür mü? Tartışınız.
2. Metin
2. Metin
KÜÇÜK AĞA
Millî Mücadele’nin anlatıldığı bu eserde Akşehir’de geçen olaylar, Salih’in savaştan (I. Dünya Sa-
vaşı) dönmesiyle başlar. Salih, Arabistan çöllerinde sağ kolunu kaybetmiş, yüzünün sağ tarafına ağır
yaralar almış bir askerdir. Geri döndüğünde Akşehir’i eskisi gibi bulmaz. Çocukluk arkadaşı Niko’nun,
köylülerin hatta annesinin bile ona bakışı değişmiştir. Artık o Çolak Salih’tir. Yurdun her köşesi gibi
Akşehir de bir karışıklık içindedir. Bu sırada Akşehir’e İstanbullu Hoca lakabıyla tanınan Mehmet Re-
şit Efendi gelir. İstanbullu Hoca, Kuvayımilliye aleyhtarıdır. Onun gelmesiyle Akşehir, Kuvayımilliye
taraftarları ve İstanbullu Hoca taraftarları olmak üzere ikiye ayrılır.
İstanbullu Hoca, Kuvayımilliye aleyhinde vaazlar vermeye başlar ve bu vaazların etkisiyle Kuvayı-
milliye aleyhtarlığı gittikçe artar. Bunun üzerine hakkında vur emri çıkarılır. Hakkındaki hükmü öğre-
nen İstanbullu Hoca, Akşehir’den kaçarak Çakırsaraylı’nın çetesine katılır. İstanbullu Hoca’nın kaçışı
kısa zamanda duyulur.
Aşağıdaki metinde İstanbullu Hoca’nın yörede bulunan Çakırsaraylı’nın çetesine katılması ve “Kü-
çük Ağa” adını alması anlatılmaktadır.
(...)
Recep ile beş adamı Hoca Efendi’yi yatsıdan iki saat sonra Müezzin’in evinden aldılar. Küçük kafile
şafaktan önce Yakasaray köyünün üstündeki konakta idi.
Recep onlardan beş dakika kadar önce Çakırsaraylı’nın yanına varmış ve olup bitenleri anlatmıştı.
Çakırsaraylı Hoca’ya büyük bir itibar gösterdi. “Her şeyde emir senin, ağa sensin,” dedi.
Köy tamamen Çakırsaraylı’ya bağlıydı. Fakat yine de tedbirli olmak gerekti. Hoca onun dediklerini
ağzını açmadan dinledi ve sonunda da “Peki,” dedi. Ortalık ağardığı zaman artık o kar gibi sarıklı, latalı,
sakallı İstanbullu Hoca yoktu. Yerine yün başlıklı, kadı biçimi şalvarına yumuşacık lâpçin mes çekmiş,
salta giymiş, beli fişeklikli tığ gibi delikanlı gelmişti.
Hoca sakallarına ustura vururken bel-
li belirsiz bir üzüntü duydu. Hepsi de bu
kadarla kaldı. Arkası çiçekli yeşil teneke
ile kaplı aynaya baktı baktı ve “Allah!” diye
içini boşalttı. Bundan sonra artık ağzından
kelimeler miskalle çıkacaktı. En çok yadır-
gadığı da, şimdilik, belindeki toplu taban-
ca idi. Onun neye yarayacağını bilmiyordu
ve bu tabanca yüzünden kendini çok gü-
lünç buluyordu.
15