Page 4 - Türk Dili ve Edebiyatı 9 | Kazanım Kavrama Etkinlikleri
P. 4
Ortaöğretim Genel Müdürlüğü TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9 1
5. ÜNİTE: Roman
Konu Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatından Bir Roman Örneği 40+40 dk.
Kazanımlar A.2. 1. Metinde geçen kelime ve kelime gruplarının anlamlarını tespit eder.
A.2. 4. Metindeki çatışmaları belirler.
A.2. 6. Metindeki şahıs kadrosunun özelliklerini belirler.
A.2. 7. Metindeki zaman ve mekânın özelliklerini belirler.
A.2. 8. Metinde anlatıcı ve bakış açısının işlevini belirler.
A.2. 9. Metindeki anlatım biçimleri ve tekniklerinin işlevlerini belirler.
A.2. 10. Metnin üslup özelliklerini belirler.
A.2. 13. Metni yorumlar.
A.2. 14. Yazar ile metin arasındaki ilişkiyi değerlendirir.
A.2. 16. Metinlerden hareketle dil bilgisi çalışmaları yapar.
Yönerge Aşağıda verilen metni okuyunuz. Soruları metni göz önünde bulundurarak cevaplayınız.
(Metnin aslına sadık kalınmıştır.)
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
Terhis olup da İstanbul’a döndüğüm zaman şehri, insanlarını değişmiş buldum. Her şey fakir,
biçare ve altüsttü. Babam harb içinde ölmüştü. Üvey anam evde tek başına yaşıyordu. Kapıdan girer
girmez bu dört yılın beyhude geçtiğini daha ilk anda anladım. Evde hiçbir şey değişmemişti. Sofanın
ve odaların kapısında daha yırtık, daha renkleri atmış, fakat dışarıya karşı yine eskisi kadar kapalı
aynı perdeler sarkıyor, duvarlarda aynı levhalar asılı duruyordu. Sofadaki eski hasırın son parçası
her adımda dağılmaya hazır, etrafı küf, rutubet kokusu ile dolduruyor, mübarek daha tozlu, Kafkas
çöllerinde hastalanmış bir çöl devesi gibi bitkin, kendi köşesinde hiçbir nizama girmiyen bir zamanı
sayıklıyordu.
Daha ilk adımı atar atmaz, gerçekten baba evine, çocukluğuma, ilk gençliğime, ne derseniz de-
yiniz, döndüğümü anladım. Halbuki ben bu dört seneden neler beklemiştim. Şimdi ise içimde aynı
hayat isteksizliği, her şeyi aynı umursamamak vardı.
İlk günler o kadar üzücü olmadı. Üvey anam şefkat için doğmuştu. Acınacak derecede yalnızdı
ve bu yalnızlığı içinde benim düşünceme yapışarak yaşamağa öyle alışmıştı ki, geldiğim gün sevin-
cinden ölecek sandım. Dört sene, o zaman oldukça geniş olan bahçenin her meyvasından o sıkıntı
içinde ayrı ayrı reçeller kurmuş ve saklamıştı. Bunu ilk kahvaltımda gördüm ve şaşırdım. “Şu erikten
ye… Yaptığım zaman baban sağdı… Bu vişneyi evvelki sene yapmıştım… Sana sakladım… Yok
canım, bozulmuş olur mu hiç?... Bu kayısı da o senenin A, olur mu, bir kere tadıver…” Böylece dört
ayrı mevsimin reçellerini bir günde tatmağa mecbur olmuştum. Kadıncağız durup durup ağlıyor,
boynuma sarılıyordu. Beni güzel, kahraman, becerikli buluyor, yaptığım büyük işlerin hikâyesini
dinlemek istiyordu. Gelecek hakkında korkularımı anlatmağa kalktıkça sözümü kesiyor, “Hiç olur
mu? Senin gibi adam! İşsiz kalır mı hiç?” diyordu. Ben de yavaş yavaş buna inanmaya başladım.
Durmadan iş arıyordum. Fakat İstanbul’da benim gibi terhis edilmiş on binlerce genç adam
vardı. Vapurlar her gün esirlikten dönen yüzlerce insan getiriyordu. Bir türlü iş bulamıyordum. İlk
aylar, birikmiş maaşlarımın verdiği nisbî bir rahatlık içinde geçti. Bir uçuruma uzatılmış bir kalas
üzerinde yürür gibi sade tehlike ve muvazeneden ibaret bir hayat yaşıyordum.
Tekrar mazinin ağına düşmemek için eski tanıdıklardan hiç birini görmüyordum. Zaten Ab-
düsselâm Bey’den başkası kalmamıştı. O kadar sevdiğim bu adamcağızı dahi görmemek için, o gün-
lerde sık sık gittiğim Harbiye Nezaretinin yolunu değiştirmiştim. Şehzade Camiinin, Direklerarası-
nın arkasından gidip geliyordum.
Fakat o gelip beni buldu. Bu, dönüşümün üçüncü ayındaydı. Bir sabah evimizin önünde, er-
kenden bir araba durdu. Pencereden yavaşça baktım. İçinden Abdüsselâm Beyin indiğini gördüm.
Kapıda, “Nerede bu hayırsız oğlan!” diye soruyordu.
Yukarıya çıkmadı. Aşağıda taşlıkta giyinmemi bekledi. Arabasına alıp Soğanağa’da yeni taşındı-
ğı konak yavrusu evine götürdü.
Eski konak, debdebe, arabalar, atlar, hizmetçiler, her taraftan akan refah bu yeni evde şimdi
hâtıra bile değildi. Ne de eski kalabalık vardı. Biçare adam küçük kızı, damadı, onların çocukları ve
3