Page 9 - Türk Dili ve Edebiyatı 9 | Kazanım Kavrama Etkinlikleri
P. 9

2        TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9                           Ortaöğretim Genel Müdürlüğü


                  - Teşekkür ederim Temel Reis…Dönüşte Recep Efendi’yi göreceksin değil mi?
                  - Elbette…
                  - “Sağ esen çıktı.”dersin. Eve haber yollayacaktı!
                  - Yollar…
                  - Kim bakacak kâğıtlara?..
                  - Bakaydılar burada bakarlardı. Geç git! Koca İzmir’i Yunan almış… Yere batsın kâğıtları…
                  Cemil, karşı dükkânlardan, eve hep kendisini gözetliyorlarmış gibi, tedirgin yürüdü. İki üç
             köşe dönerse, Anadolu toprağına dalıp Anadolu milletine karışacakmış gibi, gittikçe hızlanıyor-
             du. Yanından geçtiği insanların kendisiyle ilgilenip ilgilenmediklerini gözetledi. Herkeste bir ca-
             nından bezmişlik, bir uyurgezerlik vardı. (...) Tütüncü parayı bozarken, asker Emeklileri Derne-
             ği’ni sorup sormamayı düşündü.
                  Adam bir yandan paraları önüne koyuyor, bir yandan kendisini süzüyordu:
                  - Sen de Bekir Sami Bey’in yanında mısın efendi?
                  - Ben mi?.. Tezgâhın üstünden paraları almakla uğraşıyor gibi yaparak hemen karşılık ver-
             medi. Evet…
                  - Allah sizden razı olsun… Allah tuttuğunuzu altın etsin!.. toprağımıza ayak basmanızla
             bize taze can geldi. Ben olura olmaza ağlar herif değilim, geçen hafta Yunan İzmir’e çıkıp buradaki
             gâvurlar kasabayı Yunan bayrağına boğunca ağladım, bir de siz gelip gâvur bayraklarını indir-
             tince ağladım. Salt bizim evdeki karıların duası ölünceye kadar hepinize yeter. Allah razı olsun!
             Allah ömrünüzü… Allah kazadan beladan…
                  - Gözlerini kuruladı. Ak sakalı yüzüne yaşlı kadınların umutsuz acılığı gelmişti. Dilinden
             Rumeli göçmeni olduğu anlaşılıyordu.
                    Cemil, kurnazlık edip, “Evet” demesinin tadını çıkaramadan, birini dolandırmanın utancı-
             nı duymuştu. Adamın omzunu okşadı:
                  - Sen de sağ ol arkadaş… İki adım atıp döndü. Burada asker emeklilerin derneği varmış…
                  - Var evet… Hasan Efendi’nin kahvesi… Hasan Efendi de sizden… Deniz subaylığından
             emeklidir. Hasan Efendi… Cemil dükkândan telaşla çıktı. Nah şu ilerdeki çeşmeyi kıvrıl… İn baş
             aşağı… Camından yazısın görürsün… Allah yolunuzu açık etsin beyim… Bulamazsan ben de
             geleyim… En iyisi bu..
                  - İstemez. Teşekkür ederim. Ben bulurum. Siz işinize bakın!
                  - İş de neymiş… Ver şu bavulu…
                  Cemil, bavulu hemen arkasına sakladı:
                  -Olmaz! Hayır… Ben taşırım! Hiç gelmeyin siz… Küserim sonra… Bırakın rica ederim!...
             Bavulu biraz çekiştirdiler. Bırakın! Bekir Sami Bey kızar böyle şeylere… Bize söz gelir.
                   Adam elini çekiverdi. Yeşil gözlerine birden umutsuzluk dolmuştu. Kekeledi:
                  - Götürseydim… Nerden bilecek Bekir Sami Bey… Kaç para eder, şuncacık yardımımız
             dokunmayınca…
                  Cemil, olayın önemini beş on adım gittikten sonra anlayabilmişti. Üst üste yutkunuyor, göz-
             lerini kırpıştırıyordu. “Tutuyor millet bizi… Millet bizi seviyor!... “Birden canlanmış, başının içi-
             ni, sarhoşluğa benzer tatlı bir duman kaplamıştı. “Ne hayvanım ben… ne hayvanım ben… Ne
             kadar avanağım!...
                  Temel Reis’in kayığından, mor bulut kümelerine benzeyen sıra dağlara bakıp ne kadar boşu-
             na kuşkulanmıştı. “Bizi İstanbul’un karmakarışık umutsuzluğu sersem etti. Dünya battı sandık…”
           (…)
                  Selahattin’le Teğmen Faruk telgrafhaneye yerleşmişlerdi. Bir yandan çevredeki birliklere,
             noktalara, askerlik şubelerine Bekir Sami Bey’in Kolordu Komutan Vekilliği’ne atandığını bildiri-
             yorlar, bir yandan Manisa’yı bulup Mevki Komutanı Ahmet Zeki Bey’i makine başına getirmeye
             çabalıyorlardı.
                  Telgrafçılar, gece gündüz var güçleriyle uğraştıkları halde, haberleşme, bir türlü düzene gir-
             memişti. Konuşmalar sık sık kesiliyor, seslenilse duyulacak kadar yakın bir yeri bulmak için yüz-



          8
   4   5   6   7   8   9   10   11   12   13   14