Page 5 - Türk Dili ve Edebiyatı 9 | Kazanım Kavrama Etkinlikleri
P. 5

1        TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI 9                           Ortaöğretim Genel Müdürlüğü



           bir de karısı ölmüş olan Ferhat Beyle yapyalnız oturuyordu. Bir iki ihtiyar emektar, iki hafta sonra
           beni –ilk yapılacak iş bu imiş gibi- evlendirdiği yetiştirmesi Emine beraberlerinde idi.
                   İlk önce ikinci katta kendi odasına çıktık. Üzerinde küçük Hint işi bir çekmece duran bir sedire
           beni oturttu. Çekmecenin üstünde zarf zarf mektuplar, herbirinin yerini ayrı ayrı bildiği zarfından
           çıkarıp bana uzatıp gösterdiği fotoğraflar vardı.
                 Ona iş bulmak için çektiğim sıkıntımı anlattım. Bana hak verdi. Beraberce aramayı va’detti. Fakat
           iş yoktu. Abdüsselâm Bey’in eski tanıdıkları ya ortadan çekilmişler, yahut da adamcağıza ehemmiyet
           vermiyecek derecede değişmişlerdi. Birkaç gün sağa sola gidip geldikten sonra tahsilimi tamamla-
           mama karar verildi. Onun ve bilhassa Ferhat Bey’in teşvikiyle Posta Telgraf Mektebine girdim. Mek-
           teplerin hemen hemen bomboş olduğu, neredeyse araya simsar koyarak mükâfat vadederek öğrenci
           aradıkları bir zamanda, hiç olmazsa dışarıdan en mütevazisi gibi görünen bu mektebi acaba neden
           seçmiştiler? Hakikat şu ki, beni o kadar sevmelerine rağmen hakkımdaki düşünceleri değişmemişti.
           Mamafih Abdüsselâm Bey bunun için mühim başka sebepler de gösteriyordu. Tahsil kısa idi. Talebe-
           ye ufak bir geçim parası veriliyordu. Ayrıca da telgrafçılığın saatçiliğe benzediğine hükmetmişti. Bu
           hükmü, belki alıcı ve verici aletlerin tıkırtı ile çalışmasından geliyordu. Belki de sadece işin içinde alet
           denen şeyin bulunması yüzündendi.
                -Senin için bir şeyler kurcalamak lâzım geldiğine göre iyi kötü bu merakını bu işte tatmin eder-
           sin… diyordu.
                 Mektebe yazıldıktan, yani kendime ait şöyle böyle emniyetli bir istikbalin eşiğine ayak bastıktan
           sonra, bir gün Abdüsselâm Bey benim behemehal Emine ile evlenmem lâzım geldiğini söyledi. Zaten
           evinden çıktığım yoktu. Kendisi sabah akşam bunun için ısrar ediyordu. Evlenme işi bu yakınlığı
           rahatlaştıracak, tabiî kılacaktı.
                 Mademki baba oğul gibiyiz… Emine ile bu baba oğulluk bir düğüm daha kazanacaktı. Emine
           benden iyisini bulamazdı. –Hakikatte bulurdu. Bulması lâzımdı. Zavallı Emine! –Benim de şimdilik
           ondan iyisini bulmam oldukça güctü. Arada yabancılık denen şey, binaenaleyh alışma güçlüğü, falan
           da yoktu. Yeni ve parasız evlileri o kadar korkutan ev açmak, geçim sıkıntısı, yalnızlık gibi şeyler  de
           -Abdüsselâm Bey bu yalnızlık kelimesinin üstünde bilhassa duruyordu- bu sıkıntılı zamanda, çarşı
           diliyle işlerin kesat gittiği günlerde, zarurî olarak ev kadrosuna, hattâ ısrar ettiği gibi üvey annem ge-
           lirse, iki kişi birden ilâve etmiş olacak, senelerdir o kadar aksi giden talihinden bu suretle öç alacaktı.
                 Üvey annem gelmedi. Babamla o kadar mesut olduğunu sandığı evi terk etmek istemiyordu.
           İnsanların saadet anlayışları da gariptir. Kitaplara bakarsanız, kendilerini dinlerseniz, insan oğlunun
           esas vasfı akıldır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. Beylik söziyle, hayata hükmeder. Fakat
           kendi hayatlarına teker teker bakarsanız bu yapıcı unsurun zerre kadar müdahalesini göremezsiniz.
           Bütün telâkkileri, hususî bağlanışları hep bu aklın varlığını yalanlar. Üvey annem, Soğanağa’daki evde
           bizimle beraber oturmayı, “Bir başkasının evinde benim ne işim var? Haydi, senin hakikî annen
           olsam neyse… Sana bile bakıma yabancı sayıldığıma göre…” gibi bir sebeple reddetseydi aklım el-
           bette yatardı. Fakat senelerce uzakta bekledikten sonra bir sığıntı gibi girdiği, hiçbir zaman hakkiyle
           benimsenmediği, o kadar yıl bir yatalağa baktığı, bir gün yüzü gülmediği evimizi, geçmiş saadetleri
           adına bırakmıyacağını söylemesi beni âdeta çıldırtmıştı.
                     (...)

                                       Tanpınar, A. H. (1992). Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergâh Yayınları, İstanbul, s.67.


           Kelime Dağarcığı:
           behemmehâl: Her halde, ne olursa olsun, mutlaka. bilhassa: Özellikle. binaenaleyn: Bundan dolayı, bunun için, bunun
           üzerine. debdebe: Görkem. istikbal: Gelecek. mamafih: Bununla birlikte. mazi: Geçmiş. muvazeme: Denge
           nisbî (nispi): Birbirine göre, önceki duruma göre. nizam: Düzen, kural. saadet: Mutluluk. zarurî (zaruri): Zorunlu, gerekli.







          4
   1   2   3   4   5   6   7   8   9   10