Page 3 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 1.Ünite
P. 3

Giriş


                                                   AYNA VE TOPLUM

                                     Edebiyatın toplumla ilişkisi bahsinde, sıkça kullanılan benzetmelerden biri
                    1. Metin      aynadır. Romandan ve gerçeklikten söz açıldığında, çok zaman Stendhal’ın Kır-
                                  mızı ve Siyah’ında geçen meşhur cümle anılır: “Roman, uzun bir yol boyunca do-
                                  laştırılan aynadır.” Bilindiği gibi, aynanın biri aydınlık ve diğeri karanlık iki yüzü
                                  vardır. Aydınlık olan ön tarafında suretimize bakıp kendimize çeki düzen veririz;
                                  arkaya, sağa, sola bakıp yansımaları izleriz. Bir edebiyat eserindeki izdüşüm-
                                  ler, yansımalar, yankılar... aynada görülenlere benzer. Bir de arka tarafı vardır
               aynanın, duvara yaslı duran, kimsenin dikkat etmediği yüz. Bildiğiniz gibi oranın adı “sır”dır.

                  Aydınlık taraftan başlayalım. Burası içerik/öz ve dil olsun. Edebiyat eseri, insanı ve toplumu içe-
               riğinde ve dilinde yansıtır mı? Eğer yansıtırsa ne ölçüde, hangi imkânlarla? Aristo’nun Poetika’sından
               beri bu soruya evet cevabını verenlerin sayısı az değildir. Edebiyat muhteva dediğimiz öz sınırları
               içinde, kaçınılmaz olarak insanı anlatır, başka şansı da yok gibidir. (Hayvan hikâyelerinde ve diğer
               alegorik yüklemelerde de karşımızdaki aslında insanın bilincidir.) Tabii burada bir ayrımı dikkate al-
               mak gerekli. İnsan ve toplum som gerçektir. Ona dokunabilirsiniz, toplumu ölçebilirsiniz, onun bir
               parçası olursunuz. Edebiyat ise sanattır, başka bir deyişle yapmadır, kurmacadır. Demek ki edebiyatın
               toplumu yansıtma imkânında bir kurmaca olma hâli ve bununla bağlantılı bir şahsilik bulunmaktadır.
               Zaten bu öznellik olmadığında karşılaştığımız kelimeler topluluğuna “edebiyat sanatı” demiyoruz.
                  Yazarın hayali, duygusu, yorumu söz konusu olsa da, edebiyat eserinde salt ferdî bir hâlin yansı-
               maları; eserin içini doldurmaya yetmeyebilir. Her hâlükârda edebiyat toplumla iki açıdan ilişki için-
               dedir. Bunlardan ilki sanatçının bilinçli bir tercihle toplumunu eserinde yansıtmasıdır. Yazar aileyi,
               fakirliği, işe gidip gelen insanları, toplumsal tabakaları, savaşları vb. değişkenleri eserine konu edinir.
               Bu durumda güdümlü olmamak önemlidir. Topluma dair hem tarihsel geçerliliğe hem de özgün kat-
               kılara sahip “edebî” metinler değerlidir. Klasiklerin büyük kısmının bir ortak özelliği de budur. Edebî-
               liği kullanarak toplumsal söylem üreten metinler ise değersizdir. İlk bakışta ikisi de benzer sonuçlara
               varıyor gibi görünse de biri asıl diğeri ise o elbiseye girmiş komik bir taklittir.

                  Toplumun edebiyatla ikinci ilişki biçimi ise dönemin şair, yazar üzerindeki etkisidir. Edebiyatçı
               bireysel ve soyut konuları işlerken bile onun duygularını şekillendiren toplumsal gelişmelerden ve
               kültürden; kullandığı dil, dikkatini çeken konular ve imgeler itibarıyla kopamaz. Hayat, hayal ve dil
               parçalarını bir kompozisyon hâline getirirken sanatçı yalnız mıdır, yoksa aklında nereden geldiğini
               hatırlamadığı sesler, sabit fikirler var mıdır? Anı, deneme ve soruşturmalardan bildiğimiz kadarıyla
               söylersek sanatçılarda onları çağıran bir ses oluyor. Toplumdan gelen bir çeşit çağrı. İşin aslı sanatçı
               bunu kabul etmek zorunda değildir. Fakat istese de istemese de, içinde bulunduğu koşullar, çok
               zaman, yazarı şekillendirir. Tabii bunu tespit etmek güç, ama asla imkânsız değil. (...) Bu etkiyi sık
               kullandığımız bir kavramla adlandıracağım: “Zamanın ruhu”. Her dönemin bir ruhu vardır ve bu bir
               ırmak gibi bütünleşerek ilerler. Aslında gelenek de kabaca böylece ve toplumun tam ortasında oluşur.
               Eliot’un tabiriyle söylersek “Hiçbir şair, hiçbir sanatçı, kendisinden sonrakilere iletmek istediği bütün
               bir dünya görüşünü tek başına veremez.” Geleneğe eklenmeli ve toplumun içinde bir karşılık bulmalı-
               dır. Ayrıca her sanatçıda ortaklıklar bulunduğuna göre, dönem, zihni şekillendirerek edebiyatı etkiler.
                  Galiba edebiyat, toplumu tam da bir aynanın aydınlık tarafı gibi yansıtmıyor. Bazı aynaların iç
               bükey dış bükey olması gibi, sirk aynaları, dev aynası gibi edebiyatın yansıtımları da farklı. Zaten
               Stendhal’ın sözü de realist roman içindi. Edebiyatta toplumun yansıması bir çeşit deforme ediliyor,
               yoğunlaştırılıyor. Ya da dikkatimizi çekmek için niyetli bir silikleştirme yapılıp örtülüyor bazı şeyler,
               pamuk ipliği bağları takip edip sonuçlara varıyoruz.
                  Bunun yanında bir de dil meselesi var. Hiç kuşkusuz, edebiyat bir dil işçiliğidir dahası ustalığıdır.
               Malzemesi olan kelimeler ise toplumda paylaştığımız ortak değerdir. Bu durumda edebiyat, toplum-
               sallığını paylaşılan kelimeler üzerinden de gerçekleştiriyor.




                                                                                                            15
   1   2   3   4   5   6   7   8