Page 14 - Felsefe 10 | 4.Ünite
P. 14

4. ÜNİTE





                         Okuma Parçası


                  Dolayısıyla bir insan düşünürken sözcüklere dikkat etmelidir; sözcükler, onların düşündüğümüz
               doğasının anlamı yanı sıra konuşmacının doğasını, kişiliğini ve ilgilerini de ifade ederler; erdem-
               lerin ve kötülüklerin adları işte böyledir; birinin bilgelik dediğine başka biri “korkaklık”; birinin
               “vahşet” dediğine başka biri “adalet”; birinin “tutumsuzluk” dediğine başka biri “büyüklük”; birinin
               “ciddiyet” dediğine başka biri “aptallık” diyebilir.
                                                                     Thomas Hobbes (Tomas Hobs), Leviathan


                  Felsefe, eski çağlardan beri bilginin diğer alanlarına oranla daha çok konuya el atmış, daha az
               yanıt alabilmiştir. Felsefenin genel yapısına uygun olan bu durum, felsefenin bütün dallarında ta-
               nımlamaların sürekli olarak yenilenmesine neden olmuş, felsefe dilinde gündelik anlamlarını aşan
               kavramlar  mutlak  bir  terminoloji  oluşturamamıştır.  Bu,  zaman  zaman  filozofların  kullandıkları
               dilin sınırlarını kavramsal ve yapısal olarak zorlamıştır.
                  Filozofların  gündelik  anlamlarından  arındırarak  kullandıkları  sözcükler,  yeni  anlamlarını  bu
               filozofların düşünsel etkinliğinin bütününe bağlı olarak kazanırlar. Örneğin Spinoza panteist ve
               belirlenimci öğretisinin iç mantığından yola çıkarak kendi “özgürlük” tanımını ortaya koymuştur.
               Yalnız Spinoza’nın sözünü ettiği özgürlük kavramı, gündelik dilde daha çok “zorunluluk” ya da
               “belirlenmişlik” dediğimiz şeyleri karşılar. Onun özgürlük kavramına getirdiği bu yepyeni tanımla-
               ma da akılcılık ile mistisizmin yan yana durduğu felsefesinin dar bir aynasıdır, denebilir. (...)                         Bir Düşün
                  Felsefe dilinde çoğu zaman kesin bir anlam kazanamayan bazı sözcükler, tarihin farklı dönem-
               lerinde de farklı yorumlanmıştır. Özellikle Hobbes’un da bir temsilcisi sayılabileceği “Aydınlanma
               Felsefesi”  bu  belirsizliği  aşmayı,  sözcüklere  felsefe  dilindeki  anlamlarına  kesinlik  kazandırmayı
               amaçlamıştır sanırım.
                  Aydınlanma bu sözcüklere felsefe dilindeki kesin anlamını kazandırmaya girişirken, çoklukla
               Antik Çağ’a yönelmiş; yaklaşık yedi yüzyıl boyunca, aklın yolunun önüne geçen Orta Çağ’dan bü-
               tünüyle sıyrılmayı amaçlayarak akılsal olanı yeniden canlandırmayı amaçlamıştır. Yalnız bu yoğun
               çaba sırasında aydınlanma, bir konu üzerinde doğruya ulaşmada tek ölçütün o konu üzerindeki
               bilgimiz olmadığı saptamasını yapmış; o dönemin “gözde” felsefe sorunu olan yöntem sorununu
               ele almıştır. Bacon’la (Beykın) başlayan bu büyük değişim; Hobbes, Descartes, Spinoza ve Leibniz
               (Laybniz) ile en büyük olgunluğuna erişmiştir. Öyle ki Spinoza ahlaklılığın kurallarını geometrik
               yöntemle belirlemeye çalışmış, Leibniz ise muhteşem bir yapı olan matematiğin kesinliğini mantık-
               la bütünleştirerek evrensel bir dil yaratma çabasına girişmiştir. (...) Spinoza’nın erdem dediği şey,
               yıllar sonra “budalalık” olarak adlandırılacaktır.
                  Nietzsche (Niçe) ile başlayan yenilenme, özellikle ahlak alanında Copernicusçu bir devrimdi.
               Bu devrim günümüzde aydınlanmanın mirası olan birçok kavramın yeniden ele alınıp sorgulanma-
               sına dek vardırıldı sanıyorum. Aydınlanma doğruya ulaşmada istenilen yöntemin öneminin kav-
               randığı bir çağdı, bizim çağımız ise sözcüklerin çok anlamlılığından öte “anlamın anlamının” sor-
               gulandığı bir çağ olarak görülebilir. Bu nedenle çağımız filozoflarının çoğu, bildik sorular üstünde
               bildik tanımlamalar yapmak yerine “Felsefe nedir?” sorusu üzerine kuruyorlar felsefelerini (Betül
               Çotuksöken’in deyimiyle “Felsefe üzerinde felsefe yapılıyor günümüzde.”). Öyle ki Heidegger’in
               (Haydeger) felsefeyi ele alırken “Felsefe nedir?” diye sormak yerine tümcesini “Nedir bu felsefe?”
               diye düzenlemesi, onun güç anlaşılır felsefesini anlayabilmek için bir kapı aralıyor önümüze. Artık
               “doğal olan” ne varsa yeniden ele alınıyor ya da yok oluyor. Özne, nesne, zaman gibi kavramlar
               “doğal olan” sınırlarını aşarak yepyeni bir yapının ön basamakları oluveriyorlar. Modern felsefenin
               yapıbozumuna girişirken dili de yeniden yapılandırmaya kalkıyor Heidegger. Aydınlanmanın baş-
               larında bir felsefe dili olarak yetersiz görülen Almanca (Leibniz), Heidegger’de felsefenin iki ana
               dilinden biri gibi görülüyor artık.
                  Öyle sanıyorum ki XX. yüzyıl boyunca felsefede ortaya çıkan yeni yapılanmaların kaynağı, yeni
               tanımlamalar ya da tanımlamaların bütününe karşı duruşlardır. Bu noktada ise tekrar sorulan soru
               şu oluyor: Felsefe nedir?
                              Yusuf Yıldırım, Vefa Anadolu Lisesi, Üçüncü Türkiye Felsefe Olimpiyatları Birincisi








           152
   9   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19