Page 15 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | 7.Ünite
P. 15

ANI (HATIRA)




                 SIRA SİZDE


                 Aşağıda verilen metin parçalarını konu, dil ve anlatım özellikleri bakımından karşılaştırınız.
              Karşılaştırma sonuçlarınızı sınıfta sözlü olarak paylaşınız.



                 I. Metin

                      Sait Faik’le arkadaşlığımız 1939 yılında başladı. Onu ilk gördüğüm yer Küllük Kahvesi’ydi.
                   Yanında Abidin Dino vardı. Daha sonra birkaç kez Nisvaz’da karşılaştık. Ben kendimi biliyorum
                   ya, herkesin de beni bileceği sanısındayım. Oysa Sait Faik için ben, bir edebiyat heveslisiydim.
                   Bana dikkati, adımı bile aklında tutacak denli değildi. Kalktım o sıralar Eminönü yazıhanesindeki
                   yazıhanesine, onu görmeye gittim. Aslında yazıhane, yakınlarda yitirdiği babasının dış ülkelerle
                   alışveriş ettiği bir ticaret yeriydi. Sonradan öğrendiğime göre, Sait burasını bir türlü kapatamı-
                   yordu. Dışardan alacaklılar olduğu gibi, alacağı da vardı. Babasının işlerini tasfiye etmeye -sıkıla
                   patlaya- çalışıyordu. O gün laf olsun diye bana da sormuştu: Almanya’da bir herifin babasından
                   beş mark alacağı kalmış; ille de bu parayı istiyormuş. Beş markın lafı mı olurmuş; -o zamanlar
                   olmazdı markın lafı- herifin çenesini kapatmak için bu parayı nasıl göndermeliydi?
                      O gün yazıhaneye girdiğimde, odanın ortasındaki bir koltuğa oturmuş, ayaklarını ortadaki
                   yuvarlak masaya uzatmış, bir kitap okuyordu. Sait Faik’i bu, elinde kitapla ilk ve son görüşüm-
                   dür. Anladığıma göre onu böyle elinde kitapla görmem çok canını sıktı. Merak bu ya, ben de ina-
                   dına eğilip -elimde olmayarak- kitaba bakmıştım: Dostoyevski’nin Budala adlı romanının Fran-
                   sızcaya çevirisiydi. Canı çok sıkkındı Sait Faik’in. Herhalde adımı bile çıkaramamıştı. Kibar kibar
                   ticarethanede oturmasının nedenini kısaca anlattı; ticaretten anlamadığını söyledi. Benden kur-
                   tulmak istediğini hemen anladım (hani derler ya, bende jeton düştü.). Hemen kalktım yürüdüm.
                      Şu yaşlandığım günlerde ne zaman bir genç şair, ya da bir genç yazarla karşılaşsam, Sait Fa-
                   ik’in o yazıhanesindeki sıkıntısı gözümün önüne gelir. Ben de ilk kez gördüğüm bir genç şairin,
                   ya da yazarın adını, ikinci kez gördüğümde anımsayamam… Haklıydı Sait Faik, benden hem
                   yaşça -on yaş büyüktü- hem ünce büyüktü o sıralar.
                                                                           Samim KOCAGÖZ, Bu da Geçti Yahu





                 II. Metin


                      Göl Saatleri şairi şimdi hayatta olsaydı, bu hatıralarımda kendisini hemen Şahabettin Süley-
                   man’dan sonra anışıma, kim bilir, ne kadar kızardı. Zira bu titiz sanatkârın Çıkmaz Sokak yaza-
                   rına hiçbir değer vermediğini, hattâ yazılarından tek bir satır bile okumamakla öğündüğünü pek
                   iyi hatırlamaktayım. Zaten, Ahmet Haşim’in Fecri Âtî arkadaşları arasında kimi beğendiği vardı
                   ki… O, yazdığı şiirler bakımından değilse bile, kafası, yüzü, giyinişi, tavır ve hareketleri bakımın-
                   dan kendisini de beğenmezdi ve bundan dolayıdır ki, uzun bir süre bize görünmekten kaçınmış,
                   Fecri Âti’nin semtine dahi uğramak istememiştir.
                      Oysa, Hamdullah Suphi olmak üzere Fecri Âti üyelerinin çoğu Galatasaray Sultanisi’nden
                   onun mektep arkadaşları idi. Benim gibi onu şahsen tanımamış olanlar ve tanımak hasretini çe-
                   kenler, bunlara bizden niçin kaçtığını sorunca kesin bir cevap alamıyorlar, ya da, ilk toplantımız-
                   da, Refik Halit’in bana “O vahşi bir adamdır. İnsan içine karışmaz. Zaten, onu görmeseniz daha
                   iyi olur” deyişi gibi merakı büsbütün arttıran sözlerle karşılaşıyorlardı.
                                                       Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları








                                                                                                           261
   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19   20