Page 11 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | 7.Ünite
P. 11

ANI (HATIRA)





            Kemal ve arkadaşlarını bu sımsıkı, kaçak ve şüpheli insanlarla dolu kalabalığın içinden sıyırıp çıkarmak
            bir mesele idi.
               Nihayet Mustafa Kemal karar verdi. Yol açmak için bir büyük kamyonla birkaç otomobili güçlükle kapı
            önüne yanaştırdılar. Mustafa Kemal İzmir’e girdiği için kendisine evini teklif eden Latife Hanımın Gözte-
            pe’deki köşküne gidecekti. Biz de Karşıyaka’da bir eve misafir olacaktık.
               Mustafa Kemal, asker dolu kamyonun arkasında açık otomobilinde, bağırışan, haykırışan, ağlaşan halk
            arasından:
               - İşte… İşte o… İşte Mustafa Kemal!... seslerini duyarak geçti, gitti.
               Bir hamle etseler, daracık Rıhtımboyu üstünde Mustafa Kemal’i nefessizlikten boğabileceklerini ürke-
            rek düşünüyorduk. Bu dehşet hissi altındaki kalabalığın yılgılığı nedir, onu hiçbir zaman İzmir’in o akşa-
            mında olduğu kadar anlamak fırsatını bulamadım.
               Karargâhlar Bornova köyünde idi. Biz de bir İngiliz evine yerleşmiştik. Akşamları Mustafa Kemal beni
            ve Yakub’u alır, Göztepe’deki köşküne götürürdü. En bahtiyar saatlerimizi orada geçirirdik. Osmanlıcada
            tahkiye denen bir söz vardır, bu iyi, tatlı ve sürükleyici anlatışta Mustafa Kemal’e yaklaşabilen belki hiç
            kimse görmedim. Konuştuğu gibi yazsaydı, büyük bir sanatkâr şöhreti de bırakacağına şüphe yoktu. Na-
            ima’nın bir inşa, bir tahkiye tarafı vardır. Mustafa Kemal’in yazısı bu inşaya ve konuşması bu tahkiyeye
            benzerdi. Eşsiz bir hafızası vardı. Hikâyeleri, renkler ve nüanslarla canlanır, dururdu. Akşamları kuman-
            dan ceketini çıkarır, bildiğimiz kemerli beyaz Rus gömleğini giydiği olurdu. Bu gömlek yakışabilmek için,
            vücudu ve beli ne kadar ince olmalı idi.
               O günler, Mustafa Kemal’in bir destan şairinin hayalinde tamamlanabilecek ne eksiği olduğunu düşü-
            nüyorum.
               Geceleri “sevmek mi, acımak mı?” diye bir bahis açar söyler, dinler, sorar, güler veya coşardı. Alayı
            kuvvetli, hicvi yıkıcı idi.
               Gündüzleri en ciddî işleri, ayaküstü, şaka eder gibi bir yapışı vardı. Bunlardan biri İngiliz harp gemi-
            lerinin limandan çıkması için ordu kumandanına verdirdiği ultimatomdur. Lâtife Hanıma Fransızcasını
            yazdırıp, dil meselesi üstünde konuştuğu vakit bir tercüme eğlencesi yaptığı zannedilebilirdi. Bazıları telâş
            etmişler:
               - Buraya kadar herşey iyi gitti, şimdi İngiltere ile harbe tutuşacağız, aldıklarımızı da geri vereceğiz,
            demişlerdi.
               Bizim bile, hele bir mütareke yapalım, İngiliz gemilerinin birkaç zaman daha İzmir limanında kalmasın-
            dan ne çıkar, diyeceğimiz geldi. Fakat mühlet saati geldiğinde donanmanın ufuklara doğru kaybolduğunu
            gördük.
               İstanbul’daki Fransız Generali Pelle’nin Göztepe köşkü merdivenlerini nasıl sarararak çıktığını hatırlı-
            yorum. Konuşmadan sonra Mustafa Kemal diyordu ki:
               Bana Boğazlar üstüne yürüyen kıtaları durdurmamı teklif etti. Ben de muzaffer orduları hiçbir yerde
            durdurmak mümkün olmadığını, hemen mütareke yapmağa karar vermelerini söyledim.
               Bir müddet durdu, güldü:
               - Muzaffer ordular… dedi, bunlar o kadar dağıldılar ki toplamağa kalkışsam kimbilir kaç hafta sürer!
               ……………………….
               Batı Anadolu’nun yanan yerlerini dolaşarak Bursa üstünden İstanbul’a geldik. Hayli sonra gazetecilerle
            beraber İzmit’e giderek tekrar kendisiyle buluştuk.
               Bu meşhur İzmit gecesidir. Mustafa Kemal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yerine siyasî bir parti kuracaktı.
               Partinin adı ne olmalıydı?
               Gazeteciler türlü fikirler ortaya attılar. Hepsinden çıkan netice şu idi ki, yeni siyasi parti bir sınıfa da-
            yanmalıydı. Mustafa Kemal:
               - Partinin adı “Halk”tır, dedi, bizde ayırmağa kalktığınız bu sınıfları tek bir halk kelimesi içinde topla-
            mak daha doğru değil midir?
               İnkılâpçı Mustafa Kemal, yeni ve uzun savaşına başlamak üzereydi. Kimimiz sevinmek, kimimiz kay-
            gılanmak ve şüpheye düşmekle, onun karşısında manevî ayrılığa başlıyorduk. Nurettin Paşanın İzmir





                                                                                                           257
   6   7   8   9   10   11   12   13   14   15   16