Page 15 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | 9.Ünite
P. 15
GEZİ YAZISI
larında kadınlara hemen de hiç rastlamadığımıza, rastlanan tek tük kadının da peştemallarıyla yüzlerini
sımsıkı kapadıklarına bakılırsa yazın ortasında bile yerlilerin bu plajlara pek rağbet edeceklerine inanamı-
yorsunuz.
Kuşadası’nda bir han var, bunu on sekizinci asırda Öksüz Mehmet Paşa yaptırmış. Anadolu’nun birçok
hanları gibi bu da harap ama mimarîsinin güzelliği hele avlusunun dört köşesindeki kemerleri, kubbeleri
dimdik yükselen merdivenleri ile bu han dikkati çekiyor. İçerisine girdiğimiz zaman, birinci katın bir kö-
şesinde insan oturduğunu gördük. Saksılarla, çiçeklerle süslenmiş taraçada kadınlar, kızlar cıvıl cıvıl. Bu
hanın fotoğrafını çekmek istedik, meskûn köşesini çekelim mi, çekmeyelim mi diye bir an düşündük. Ara-
larında erkek yok, belki istemezler. Hoş, makinelerimizi görünce, kızlar başlarındaki peştemalları düzelt-
meye koyuldular, poz vermeye hazırlandıkları besbelli. Ama biz ne olur ne olmaz makineyi hanın metrûk
köşesine yönelttiğimizde, taraçadaki kocakarılardan biri seslendi:
- Niye oranın fotoğrafını çekiyorsunuz? Harap diye propaganda yapacaksınız, değil mi?
Dona kaldık, şaşa kaldık. Birkaç yıl önce başıma gelen olayı hemen hatırladım. Kumkapı’da Jüstinyen
sarayının kalıntılarının fotoğrafını çekmek istemiştik. Öğretmen olacak bir kadın karşımıza dikilmiş:
- Bizim sefaletimizi tespit etmek istiyorsunuz, bize menfi propaganda yapacaksınız, diye aynı nakaratı
tutturmuştu.
Hiçbir propaganda gözetmediğimizi; yalnız tarihî değeri olan bir yerin fotoğrafını çekmek istediğimizi
eski duvarlara karışmış kendi evini ve komşuların evlerini de güzel bulduğumuzu öğretmene anlatmak
için boşuna uğraşmış durmuştuk. Gözleri alev alev kin saçıyordu kadıncağızın. Mesele çıkmasın diye o
gün fotoğraf çekmekten vazgeçtik. Kuşadası’ndaki kocakarıya bir şey demedik. Fotoğrafı çekip uzaklaştık.
Kötü propaganda yapmak şöyle dursun, yok olmaya yüz tutmuş anıtlarımızı hiç değilse kâğıt üstünde
saklamak amacını güttüğümüzü, bir gün bir yazıda Öksüz Mehmet Paşa hanından söz açarak, belki yıkıl-
masını önleyebileceğimizi kadıncağıza nasıl anlatalım?
Söke için milyoner yatağı demişlerdi, zengin toprak sahipleri her İstanbul’a gelişlerinde bir Cadillac
satın alırlarmış. Bunu duyunca Söke’yi oteli, lokantası, bakkalı, dükkânı olan bir yer sandım. Amma da
yanılmışım! Söke’ye geldik ki yamru yumru sokaklarında traktör dolaşıyor, palas adını taşıyan iki oteli
ve dört tane de sineması var. Birinde “Moby Dick” (Beyaz Balina) filmi oynuyordu. Gidelim dedik. Açık
havada güzel bir sinema, panoramik perdesi var, ses tertibatı iyi. Yalnız altmış kuruş ödediğimiz arka sıra
iskemlelerde zevkle giyinmiş kadınları, kızları ile aileler oturuyor. Söke’de ertesi sabaha kadar her şey
yolunda gitti. Sonra da güçlükler başladı. Medenî dünyada kahvaltı etmek diye bir şey var, Söke palasları
bunu hiç hesaba katmamışlar. İndik baktık ki lokanta kapalı, otelin birkaç adım ötesinde harap bir kahve
ocağı vardı, akşam kahvemizi oraya götürüp pişirtmiştik. Sabah orası da kapalı. Meğer Söke’de çay da
bulunmuyormuş. Otelci ile bir gece evvel konuşurken, kendisinin bilmem nereden çay getirttiğini, sabah
bize ikram edeceğini söylemişti. Bekledik. Bu ikram da gelmeyince, kahvaltısız kaldık. Öteberi almak için
Söke’nin ana caddesini bir aşağı bir yukarı boyladık, dişe dokunur bir şeyler aradık. Çörek biçiminde
ekmekler ve kötü yağ kokusu burun direklerimizi delen acı bir tulum peyniri ile üzüm bulduk. Ne beyaz
peynir, ne domates, ne hıyar, ne yumurta, bir şey yok. Hani Cadillaclı milyonerler? Sinemada gördüğümüz
aileler, bunlar aç mı kalıyor? Çoğu zengin toprak sahiplerinin Söke’de oturmadıkları besbelli. Oturanlar da
belki haftada bir pazardan alışveriş ediyorlar. Ama varlıkları Söke’nin umumî hayatına hiç tesir etmemiş,
kasabanın medenî seviyesini yükseltmemiş.
Azra ERHAT, Mavi Anadolu
METİNDE GEÇEN BAZI KELİME VE KELİME GRUPLARI
menfî : Her şeyin olmayacak tarafını, aksini, taraça : Bir yapının damında çevresi, üstü
tersini düşünen, ileri süren. açık yer.
meskûn : İçinde insan oturan yer. umumî : Herkese ait, herkesle ilgili.
metrûk : Terkedilmiş, bırakılmış, kullanılmaktan
volan : Bir hareketi bir mekanizmaya aktaran
vazgeçilmiş.
veya makinelerde hareketin hızını
düzgün tutmaya yarayan tekerlek.
301