Page 5 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | 9.Ünite
P. 5

GEZİ YAZISI





            dürüst, ten-perver, orta boylu, zinde, müsin adamları ve civanları hep bahâdır ve gürbüz adamlardır. Gâyet
            kavviyü’l-bünye olurlar.
               (…)
               Libâs-ı Ehâlî- A’yanları çuha samur ve akmişe-i fâhire giyüp kâr iderler. Ulemâ ve suhelâsı yine çuha ferâce
            ve boğasî haftan giyerler. Edânîsi ehl-i hiref olup üzerlerine abâ ve kabâ boğasî hil’at giyüp kâr u kisb iderler.
               Âb u Hevâsî- Üç ay hevâsi gayet latîfdir ki adam, hayât-ı câvidânî bulur. Suyu zülâl-i hayatdır. Ata ve
            nisvâna suyu gayet nâfi’dir. Cennet Pınarı denilen sudan Temmuzda içen “Ve mine’l-mâ’i küllü şey’in hay”
            âyetini fehm ider. Şehir, onsekinci iklîm-i, arzîde, beşinci iklîm-i tabî’îdedir. Şiddet-i şitâsından hubûbâtı alt-
            mış günde hâsıl olup der-anbâr idülür. Bir kile tohma mukâbil seksen kile verir. Bir kile darısı yüz kile getürür.
            Yedi dürlü buğdayı olur.
               Sanâyi’. Me’kûlât. Meşrûbâtın Memdûhları- Terzisi, kuyumcusu, gâyet üstâd olurlar. (Şîrek), (Mîrek) adlı
            kılıçları meşhûr-ı cihandırlar. Me’kûlâtından tavuk böreği, çiriş denilen sebzenin böreği, bazarlarındaki has
            beyaz ve yağlı çöreği, bir kulaç has etmeği, ketesi, paçası, tennûr kebâbı, ışkını, herisesi, meşrûbâtından viyas
            şerbeti, âb şelesi, avâm bozası meşhûr ve ma’rûf-ı cihandırlar.
               İmârât ve Mesîreler – Cirid Meydanı. Pazar Başı Değirmeni, Çimenzârı, Gümüşlü Künbed Meydanı, Umu-
            dum Köyü, Abdurrahmân Gâzî Tekyesi, Gürcü Meydanı Mesîreleri.
               Evsâf-ı Tevâbi’-i Erzurum – Üç aded kale kapularından hâric şark, garb ve şimâlde üç bini mütecâviz re’âya
            varoşları vardır. Dört taraflarında surları yokdur. Lâkin şâhrâh üzerinde türbe kapuları var. Kalenin kıblesin-
            de Tebriz Kapusundan tâ Erzincan Kapusuna varıncaya kadar bir kat kale esâsına mübâşeret olunarak bazı
            yerleri bir adam boyu rûy-ı zemîne çıkmış ise de itmâmı müyesser olamamışdır. Eğer bunlar itmâm idilecek
            olsa Erzurum bir kal’a-i Kahkahâ olurdu. Cenûb varoşu yedi mahalledir. Pazar Başı mahallesi de dâhilinde
            olup suları çokdur.
               (…)
               Lisân ve Ehl-i Hâl-i Erzurum – Kelimâtları şu edâdadır: “Harda idin?” = Nerede idin? demekdir. Daha
            bunun gibi şeyler. Lâkin ehl-i ilm ü kemâli fesâhat ve belâgat üzere söylerler. Eshâb-ı ma’rifeti hususiyle Hat-
            tat Ömer Çelebisi meşhûrdur. Erbâb-ı ma’ârifin eğlencesi meddâh-ı Hamza-i Bâ-Safâ, Kasap Kurd, Şeb-bâz,
            Hayâl-bâz Kandilli Oğlu. Diyarbakırlı Yahyâ şâkirdi hânende Veysî Çelebi en meşhûr ehl-i ma’rifetleridir.
            Ehl-i hâllerinden ve meczûbûndan (Külhânî Ahmed Dede) germâ-germ ateşli külhana girüp hâb-ı nâza va-
            rırdı. (Sıyâmî Dede) cellâd elinden bir kaç bî-günâhı halâs idüp ertesi günü cürüm sahiplerini bularak tahta
            kılıcıyla urup öldürürmüş. Bu zât bir kolu meflûc külâhlı bir cân olup nice kerâmeti var. (Sefer Dede) Erzurum
            kışında üryân gezerdi.
               Erzurum gerçi şiddet-i şitâ kânıdır. Ama müşebbek bostanları vefret üzre olup kavunu, karpuzu, lahana
            ve badincanı, çirişi çok olur. “Vâsi’atü’l-aktâr, rahîsatü’l-es’âr” didikleri yer tam burasıdır. Arzı mahsûl-dârdır.
            Vilâyet-i vâsi’i ma’mûr hınta ve sâ’ir gılâlı meşhûr, nafakası hûb u mergûb, mezra’aları vâfir, berekâtı mütekâ-
            sir, ni’metleri firâvân nice bîn uyûn ve enhârı cârî ve revân bir şehr-i Rûm-î âbâdandır. Ol kadar ucuzluk ki
            âlü’l-’âl deve dişi gibi buğdayın beş hımârı bir guruşadır. İki at yemi bir akçeye, bir hımâr arpa iki akçeyedir.
            Bir kıyye olan beş dane hâs, beyaz etmek bir akçeyedir.
               (…)
               Kışı katı olduğundan iki ayda eker, biçer, cem’ idüp döğerler. Ale’l-fevr der-anbâr iderler. Bizim senede
            mâh-ı Temmûzda iken bir ra’d ve berk, tipi, bora, berf ü bârân olup atlarımız boşanarak civar köylere kadar
            kaçdılar. Beş, on gün öyle sergerdân gezdiler. Hatta efvâh-ı nâsda şöylece darb-ı meseldür: Bir dervişe “Kan-
            dan gelürsin?” dimişler. “Berf rahmetinden gelirem” dimiş. “O ne diyârdır?” dimişler. “Soğukdan ere zalûm”
            olan Erzurumdur” dimiş! “Anda yaz olduğuna rast geldin mi?” dimişler. “Vallahi on bir ay yiğirmi tokuz
            gün göremedim” dimiş! Bir de, bir kere kedinin bir tamdan diğer tama sıçrarken mu’allakda tonup kalmış.
            Sekiz aydan sonra Nevrûz-ı Hârzemşâhî geldikde tonu çözülüp mavlayarak yere düşer. Meşhûr darb-ı me-
            seldir. Ama hakîkatü’l-hâl bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhal donar. Elini demirden
            koparmak ihtimâli olmaz. Ancak sehl derisi yüzüldükten, âhenden el dûd-ı âh ile tahlîs olunabilür! Azak
            ve Kıpçak’da zemherîr geçirdim. Böyle şiddet-i şitâ görmedim. Meyveleri iki konak yerden İspir, Tortum ve
            Erzincan’dan gelir. Şeftalisi, kayısısı, üzümü kıyyesi bir akçeye satılur. Bir araba kavun ve karpuz on akçeye





                                                                                                           291
   1   2   3   4   5   6   7   8   9   10