Page 6 - Türk Dili ve Edebiyatı 10 | 9.Ünite
P. 6
9. ÜNİTE
virülür. Hâsılı me’kûlât cihetinden lâ-nâzir bir şehirdir. Lâkin odunu yokdur. Cümle dağları çıplakdır.
Ama hikmet-i Hudâ, yine odunu ucuzdur. İki konak yerdeki dağlardan (geren) dirler, gemi direkleri
getirirler. Kırk arşun boyunda olur. Kırk akçeye virirler. Paşanın odunu içün gümrüğe gelen cümle ker-
van develeri birer sefer odun getirirler, kanundur. Başkaca odun ağası vardır. Bir deve yükü odunu otuz
akçeye virirler. Ama yerlilerin koyun ve sığırları çok olduğundan fukarâları sığır tezeği yakarlar. Fukarâ
re’âyâsının cümle ocakları evlerinin ortasındadır. Dört çevrelerinde hayvan durup hâneleri hamam gibi
olur. Tennûrelerinde herîse ve ekmekleri pişer.
Evsâf-ı Eğerli Dağı- Erzurum’un kıble cânibinde yarım sât bu’dunda bir kûh-ı bülend olup ismine
(Eğerli Tağ) dirler. Çünki zirve-i a’lâsı iki çataldır ki Hınıs ve Malazgird kalesine, Bingöl yaylasına andan
gidilür. Bu tağda hükemâ edviyesi ile tutya çiçeği râyihasından adamın dimâğı mu’attar olur. Yarbaşı,
ışfın, südlüce, kıjı, tere, râvend, cedvar, yebrû’u’ssanem, şâh-tere ve nice bin dürlü sâ’ir edviye bu tağda
mevcûddur. Nice kehhâller burada tutya cem’ idüp kırk senelik alîllerin gözüne mil ile çeker, mahvolmuş
çeşmleri rûşen iderler. Yüz elli hâneli sünbül ve müşk-i rûmîsi olur. Lâlesi, zerrînî, şekâyık ve tirfilî, sakarî,
na’nesi meşhûr olup bûy-ı hoşu adama hayat verir.
Evliya ÇELEBİ, Seyahatname
Büyük Türk Klasikleri
METİNDE GEÇEN BAZI KELİME VE KELİME GRUPLARI
aktar : Taraf, yan. herîse : Keşkek yemeği.
akmişe : Yün veya pamuk kumaş. hûb : Güzel.
ale’l-fevr : Derhal, birden. itmâm : Tamamlama, bitirme.
arzan : Enine. kadîm : Eski.
bâb : Kapı. kaviyy : Güçlü, sağlam.
bedestân : Değerli eşyaların bulunduğu kazzâz : İpek işleyen, ipek satan.
çarşı. kehhâl : Göze sürme çeken kimse.
berf ü bârân : Kar ve yağmur. kile : Ölçek.
busât : Kilim, minder, keçe yaygılar. kisb : Çalışıp kazanma.
bûy-i hoş : Hoş koku. kûh-ı bülend : Yüce dağ.
cânib-i şarkî : Doğu tarafı. libâs-ı ehâlî : Halkın elbisesi.
cemî-i âlât : Aletlerin tümü. ma’rûf : Tanınmış, bilinen.
cenûb : Güney. meczûb : Allah sevgisiyle kendinden geçme.
çuha : Yün kumaş. meflûc : Kımıldamaz hale gelme.
edviye : İlaçlar. me’kûlât : Yiyecekler.
efvâh-ı nâs : Halkın ağzı, lisanı. mergûb : Rağbet edilmiş, beğenilmiş.
ehl-i hiref : Kumaş dokuyan sanatkârlar. mestûr : Yazılmış, çizilmiş.
ehl-i ilm : İlim adamları. mu’attar : Güzel kokulu.
erbâb-ı ma’ârif : Bilgili kişiler. muhâsara : Kuşatma, etrafını çevirme.
eshâb-ı ma’rifet : Becerikli kişiler. mübâşeret : Bir işe başlama, girişme.
fâhire : Değerli. münhedim : Yıkılan, yıkılmış.
fesâhat : Amaca uygunluk, düzgünlük. mütecâviz : Aşan, geçen.
firâvân : Çok, bol, fazla, aşırı. mütekâsir : Çoğalan.
germâ-germ : Kızışıp ısınmış, pek kızışmış. müyesser : Kolay olan.
gılâl : Tahıllar, mahsuller. nâfi : Faydalı.
hâb-ı nâz : Naz uykusu. pertev : Işık, parlaklık.
halâs : Kurtulma, kurtuluş. rasâs-ı hâs : Kalay.
hayât-i câvidânî : Dâimî hayat. râyiha : Koku.
292