Page 3 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 - Ünite 5
P. 3
Sohbet ve Fıkra
ZENGİNLERİN İFTAR SOFRALARINDA
“Trakya İftarları” başlığı ile yazmış olduğum makale okunmuşsa elbette onda
1. Metin yazılı olan: “Bu taraflarda bir anane vardır. Ramazan’a iki üç gün kala zenginleri-
miz fakir düşmüş, kalmış akrabalarına, pirincinden yağına varınca erzak gönde-
rirler... Bundan başka eve giren bütün erzak ve eşyaya fukaranın hakkı verilme-
den el sürülmezdi.” satırları da okunmuş olsa gerektir. Bu üç satır bize koca bir
yardımlaşma mazisinin hatıratını uzun uzun söyler.
Varsın içimizden işine gelmeyenler maziye bakmaktan yüz çevirsinler... On-
lar, sanki bu gidişle istikbali mi gözetliyoruz, demek istiyorlar? Yağma mı var?.. Hangi gözle, hangi
gözlükle, hangi dürbünle? Mazi ile hâli mukayeseden, tahminden âciz olan, böyle derin bir meçhuller
denizinde mutlaka bocalar. Dalarsa bir daha yüze çıkamaz!..
Bir millet kendi mazisini bütün olayları, ananeleri, onu hâlden ayıran bütün küçük farkları, şekilleri,
hatıraları, hududu, hatta haritaları, bir nevi sinema demek olan tarihî, içtimai, felsefi, iktisadi panora-
maları ile bilmedikçe istikbali göremez. İstikbali görmek marifetini, maziyi toplamak suretiyle beşeri-
yet içinde ilk vakanüvis kim ise o icat etmiştir.
Her ne ise!.. Gelelim bahsimize:
Bu yardım usulü yalnız Trakya’da değil, İslam’ın hemen her diyarında geçerlidir.
Vakti saadette fukarayı sâbirin kafilesini teşkil eden Ashabı Suffa’ya edilen yiyecek yardımı sonrala-
rı, bin güçlük, bin zahmet ile açtığımız aşhanelerin elbette mükemmeli olan imaretlere dönüşmüştü.
Hem de böyle başa kakmakla değil, fisebilullah!.. Fukaranın ne adedi sayılırdı ne de şahsiyeti aranırdı.
Yalnız kocaman kapıların üstüne:
“İnnema nut’imüküm” ayeti celilesi yazılırdı. Senin için, benim için, onun için diye ayrımlara gidil-
mezdi. Alçak gönüllülükle:
“Livechillah...” denir, açık bırakılırdı. Âlâ
buğdaydan fodlalar, âlâ pirinçten, buğdaydan
çorbalar; etli, zerdeli pilavlar, nazlı aşlar, kavur-
malar yapılır; tas tas ihtiyaç sahiplerine verilir-
di. Öyle kazanları vardı ki insan içine düşse bo-
ğulur, öyle kepçeleri vardı ki bir dolusu insanı
doyururdu.
Merhametin eksildiği yerde bereket dur-
maz. Siz ey bununla “kadın sözü” diye eğlen-
mek isteyenler!.. Şu günlerde bir fakire bir kâse
çorba içirdiniz mi?.. Hele bir tanesinin yavaş
yavaş koluna girip de onu minnet yükünden
kurtaracak şekilde doyurun da bakın, hissede-
ceğiniz tokluk, sizi kaç gün idare eder?
Ben çocukluğumda gördüm. Ekseriya ka-
dın erkek, evin büyüğü her kimse, iftara yakın
mutfağa iner, aşçısı var ise ona:
“Neler var?” diye sorar, o da bir bir sayar,
aşçısı yoksa bizzat kendisi tencereleri yoklar,
zihninde topladığı yekûn üzerinden çorba
başta olmak üzere üç veya dört beş türlü ye-
mek seçerdi. Bu yemekler çoğunlukla çorba ile
135