Page 11 - Türk Dili ve Edebiyatı 11 | 7.Ünite
P. 11

Tiyatro



                  Aşağıdaki bölüm, Fuat’ın muhalif milletvekili olan Galip’le ve Ankara Hükûmeti’nin temsilcisi Ke-
               rim Paşa ile yaptığı görüşmelerin aktarıldığı sahnelerden alınmıştır.


                                                       İKİNCİ PERDE
                  Ankara’da Çankaya sırtlarında eski bir köşk. Dışarıda akşam gittikçe ilerliyor. Karlı ve aydınlık bir gece
               olacak. Odada gaz lâmbası. Ocakta büyük bir ateş. Basit eşya.

                                                        BİRİNCİ MECLİS
                                                         Fuat, Galip
                  (...)
                  GALİP — Dün dinlediğin nutku sana bu kadar tesir etti ha? Evet, muhakkak ki mükemmel bir ha-
               tiptir!

                  FUAT — Hatip sözü ile cümlelerinin şeklini, tertibini, sesindeki ahengi kasdediyorsan, bu kâfi değil.
               Hayır, cümlelerin, nasıl diyeyim, maddesi değil özü, o cümleleri ona söyleten irade ve iman tesir etti.
               Tarihin en heyecan verici anlarından birine şahit olduğumu hissettim. Onu dinleyen insanlar dün ne
               idiler, yarın ne olacaklar, bunu bilemem. Belki bir kısmı en çirkin ihtiraslar içinde kirlenip mahvolacak.
               Fakat o “Mutlaka galip geleceğiz. Galip gelmek için ne lâzımsa yapacağız!” diye haykırırken kendisini
               alkışlıyanlar her lekeden temizleniyor, her günahtan sıyrılıyorlardı. Hissettim ki, sade ezici, korkunç
               bir mes’uliyeti onunla beraber yüklenen mebuslara değil fakat samiin locasındaki her sınıf halka da
               bir kahraman ruhu gelmiştir. (Galip güler.) Niçin gülüyorsun Galip? Niçin gülüyorsun?
                  GALİP — Meclisteki o samiin locasında, o poturlu şalvarlı halk arasında senin karını da karışmış
               tahayyül ettim de! Acaba o türlü çeşit insanla tıklım tıklım dolu ve ağır kokulu yere Neriman Hanım’ı
               soksak, senin dinlediğin uzun nutku senin katlandığın vaziyette dinlemeye mecbur bıraksak! Hatta
               buna da lüzum yok! Şu bizim evde kendini bir hafta oturtsak! (Güler)
                  FUAT, ciddi ve biraz dalgın — Ne bileyim... Belki gelse... Belki dinlese... Belki görse!

                  GALİP — Neyi?
                  FUAT — Neyi mi? Meselâ çoğu ahırdan bozma eşyasız odalarda dördü beşi beraber yaşıyor
               ve İstanbul’da on memurun göreceği işi tek başına görüyor dediğiniz memurları görse. Yarın bir
               hezimet olursa Kayseri’ye veya Sivas’a kadar yayan yürümeyi hesap ederek adına ev denen o berbat
               yerlerde oturmak üzere kocalarının yanına çocuklarıyla beraber gelmiş memur ailelerini görse... Ni-
               hayet, “hâlâ yetmedi mi?”, “hâlâ bitmedi mi?”, “Balkan harbiyle, harb-i umumiyle hâlâ sıramız bitmedi
               mi?” diye hiç şikâyet etmeyerek damarlarındaki kanın son damlasını bile vatanın istiklâl davasına ver-
               mekten çekinmeyen bütün milleti; kadınıyla, çocuğuyla, askeriyle tekmil Türk milletini görse!

                  GALİP, müstehzi — Ankara seni de büyük bir hatip yapıverdi ayol! Bütün Millî Mücadele esnasında
               Avrupa’da değildiniz ki! İstanbul’da bu sözleri niye söylemedin, bu nutukları niçin irad etmedin?
                  FUAT — Nutuk irad etmiyorum, hislerimi söylüyorum. Sade şunu bil ve tasdik et ki, İstanbul’da
               bizim muhitimizde hemen hiçbir şeyin farkına varılmıyor. Orada da işgalin bütün ıstıraplarını duyan,
               Millî Mücadele’nin tekmil tehlikelerini ve ümitlerini paylaşan bir halk bulunduğunu ancak şimdi anlı-
               yorum. İstanbul’da bizim yaşadığımız ve gezdiğimiz yerlerde, Şişli’nin apartımanlarında, Tarabya’nın
               yalılarında, Büyükada’nın köşklerinde milletin ıstırabı da, azmi de, cengi de hissolunuyor! Bu apartı-
               manların, bu köşklerin, bu yalıların salonlarında itilâf zabitleri çay masalarının önünde kadınlarımıza
               reverans yapan, likör kadehlerini, pasta ve şekerleme tabaklarını kendilerine hürmetle takdim eden
               centilmenleri İnebolu’ya ayak bastığım zaman bile bütün vuzuhuyla hakikati göremedim. Büyük bir
               tarihin başladığını ve Anadolu’nun karabahtını mutlaka ak etmeye azmedildiğini ancak burada, bu
               yanık, bu harap, bu çamurlu kasabada anladım!
                  GALİP — Mükemmel. Mükemmel amma, sen bu heyecan içinde buraya niçin, ne maksatla geldi-
               ğini unutuyor gibisin.



                                                                                                            207
   6   7   8   9   10   11   12   13   14   15   16